Koyu bir sabaha merhaba. Çiçekler kışa hazır. Atlar yelelerinde rüzgarı taşırken ben, göğsümde sancılı bir dünden kalma, yarına taze düşünceyle yerle bir ediyorum adımlarımı. Gözlerimde topladığım hayatlar beni kalbimin ücra yerlerine götürüyor. Orada bir şehir kuruyorum. Toplama kampı kadar soğuk, çadırlar kadar ıssız, sınırlar kadar tehlikeli. Şehrin sakinleri, sakinliğini muhafaza altına alırken ben komutan yenilgisi yaşıyorum kalbimde. Kaybolanlar şehrine girmek, çıkmaktan daha zor. Hoş gelmediniz.


Elimin üzerine düşen kar erirken, hafızamda donup kalıyor. Unutmak için kaç kere dolandığım mevsimler tanıyorum. Sonbahar gerçekten son bahar olduğu gün kendime bir yalnızlık söyledim. Bunun için dağın zirvelerinde göz gezdirmeme, butik bir otelin en üst katında bir oda bulmama gerek kalmadı. Anlaşılmamak semtinde bulunmam, anlamamak sokağından geçmem bana bir ömür yetti.


Bu kadar yakınken, bu kadar yaklaşmışken, bu kadar güzelken sen, biz ve şehrin duvarları, neden aşamıyoruz kendimizi, kafa üstü düşüyoruz dünyadan? Salkım salkım duygular arasından, hislerimiz bozguna uğruyor ve yenilgiler mezarlığına ekleniyoruz her gün. Benim sokaklarım üşüyorsa, sizin kaldırımlarınız olmadığından. Yola düştük ve kalkamadık. Arabalar geçti üzerimizden, ezilen ben oldum. Ezilenler mahallesi ne de kalabalık.


Birbirlerinin boğazına sarılmıştı ağaçlar. Çiçekler silah doğrultmuştu arılara. Kuşlar bombalar atıyordu tam isabet. Bunu biz başardık. Doğanın ve kendi ayarlarımızla oynamanın haksız gururu üzerimizde. Haberlerde alt yazıyla geçmeyecek biliyorum üst yazılar. Benim yerim yok, varsa da dünyada bana ait yaşam alanı, kayıp şehrin yalnızlarında mutluyum.


Çok dağınıksın, dedi kadın. Saçların, bin yıllık kıştan gelmiş gibi dağınık. Gözlerinde dağların yalnızlığı. Buralı mısın?