Derin bir soluk alıyorum.


Köyümü çok özledim. Bazen kendime bu kadar özleyeceğimi düşünmediğimi söylüyorum. Hiçbir şey olmayan köyümde ne çok şey varmış oysa. Şaşırıyorum. “Neden bırakıp geldim?” diye kendime kızıyorum. Bu şehrin kahrını neden çekiyorum diye söyleniyorum. Kahır dediysem hep kötü değil, iyi şeyler de var. Mesela içki içebiliyorum. Benim köyümde içki yok. Yapan da yok. Kendim yapmak istemiyorum. İçmek daha keyifli bence. Tüketmek...


Akşam esintisi burnuma vurunca saçmalamaya başlıyorum. Ben çok şaçmalarım. Severim saçmalamayı. Tek özgürlüğümün bu! Kısıtlanamam. Saçmalamayan bir ben, ben olmazdı. Sanırım olmazdı. Olmazdı, herhalde. Olmazdı yahu, kesin olmazdı. Çocukluğumda saçmaladığım için konuşturmazlardı beni. Köydeki arkadaşlarım da bunu yapardı. Gülerlerdi bana. Gülsünler. Pek aldırmazdım onların bu gülüşlerine. Ama konuşturmazlardı. Bu yüzden bazılarını sevmezdim. Gülenleri değil, konuşturmayanları sevmezdim. Oyunlar oynardık onlarla. Tabii ben suskun olurdum. Sustururlardı beni. Bazıları benim konuşmamı hiç istemezdi. “Üf, amma kafa ütüledin.” derlerdi. Kafa nasıl ütülenir, düşünürdüm. Hiç dümdüz kafa görmedim. Büyüdüm. Hâlâ görmedim. Aslında o arkadaşlarım saçmalıyormuş. Ama “Oh olsun.'' demem. Çünkü saçmalamak özgürlüktür.


Nefes almayı seviyorum. Sevmesem de almak zorundayım. Sevmesem bile severdim aslında. En azından sevmeye çalışırdım. Ölürken bile seni en son terk edeceklerden birisini sevmemek, insana utanç vermeli. Ben utanırdım. Ölemezdim utancımdan. Bu kadar da olsa kıymet bilmeli insan. Yeni insanlar pek utanmıyor. Utanmayan insanlarla tanışıyorum. Sahiden bir insan neden utanır ki? Hiç düşünmedim bunu. Ben utangaç biri miyim acaba? Sanırım, saçmalamaktan bazı şeyleri düşünmeyi unutmuşum. Köydeki arkadaşlarımla oyunlar oynadığımdan bahsetmiş miydim? Benim saçmalamamı sevmeyen bazı arkadaşlarımın olduğu köydeki arkadaşlarımdan… Aslında ben onlara eşlik ederdim. Bir assolist edasıyla en son ben oyuna alınırdım. Çünkü benim olduğum takım yenilirdi. Ama ben eğlenirdim. İnsan eğlenmedikten sonra neden kazanmak ister ki. Saçma! Saçma derken benim saçmalığım gibi saçma değil. Bu başka bir saçmalık. İnsanların bu hastalığı bence. Doktorlar da bunu umursamıyorlar. Ama ben umursuyorum. Bu yüzden doktor olmayacağım. Benim için insanlar bir kuş kadar değerli. Değerli olmalı…


Arkadaşlarım hep burnumla dalga geçerlerdi. Büyük bir burnum var. Onlar için komik bir şeydi burnum. Bir şeydi dedim. Hâlâ komik. Aynı şakaları yapanlar bile var. Yıllardır kendini korumuş arkadaşlarım. Saygı duyuyorum. Zor iş. Çok küfür ederim. Burun deyince aklıma geldi. Burun üşüdü. Ankara’ya ilk gurbetten kaçıp gelişimi düşünüyorum da ne soğuktu öyle. Derin bir soluk almıştım. Nefes borumdan ciğerime kadar ateş yutmuş gibiydim. Yaşadığımı o an hissettim. Biz insanlar…

Biz dedim. Hepimiz, pek nefes almayı bilmiyoruz. Dudak ucu üf ve püf. Hele ki burundan nefes almak hak getire... Büyük burunlu olduğum için sanşlıyım. Sizden daha iyi nefes alabiliyorum. Kıskanabilirsiniz. Paylaşma imkânım olsaydı elbette paylaşırdım. İnsanların dudak tiryakisi olduğu bir yaşam sürmesi kötü. Bence tahammül edilemez. Aslında nefes almak için bir yöntem var. Zor da değil. Sigara içen bir arkadaşım anlatıyordu. O an anladım. Sigaranın dumanını oksijenden daha keyifli çektiğimizi. Şair diyor ya hani. “Tütünsüz kaldım. Terk etmedi sevdan.” Yani böyle bir şeyler söylüyordu. Bakma benim şimdi şiir okuyamadığıma. Sadece aklımda tutamıyorum. Yoksa şiirli bir hayat yaşanılası… Ben unutkan biriyim. Kendimi bile unutuyorum. Kendimi dediysem benim ben olduğumu. Öyle hayaller kuruyorum ki çok saçma. Bu saçma benim saçmam değil ama. Bak, bir tanesini anlatayım. Giymişim füme... Füme nedir yahu! Siyah. Evet, siyah. Giymişim siyah renk takım elbiseyi. Beyaz bir gömlek, kırmızı bir kravat... Ben kırmızıyı çok severim. Ben bütün renkleri severim. Renkler aslında özgürlüğün… Her haltı da özgürlüğe bağlıyorum. Özgürlük o kadar geniş bir kazan değil ki. Her şey girerse tadı bir tuhaf olur. Güzel de olabilir. Denemedim hiç. Ben yapmadığım şeyler hakkında çok konuşurum. Dedim ya, ben konuşmayı seviyorum. Daha türlü yapacak aşçılığım yok. Benim özgürlüğüm de bir kuru ekmek, bir de soğan. Kuru fasulye de yanına iyi gider. Pirinç pilavı kilo yapıyormuş ama. Gizli yemek lazım.


Sonra bırakıyorum nefesi. Ciğerlerim yanıyor.