Zaman zaman insanlardan burnumun çok güzel olduğuna dair ağır iltifat içerikli cümleler duyarım. Sağa sola dönmemi isteyerek farklı cephelerden görmek isteyenler hatta estetik olup olmadığını soranlar bile olur. Bunları duymak elbette çok hoş. Ama herhangi bir uzvumun güzel olması beni hiçbir zaman çok mutlu eden bir durum olmadı. Tıpkı çok da beğenmediğim ama varlığına şükrettiğim bir uzvumun beni çok mutsuz etmemesi gibi. Düşününce yüzüm, bedenim aslında çok da bana ait değiller. Mesela küçük fındık burnum kim bilir kaçıncı nesil atalarımın bana bir kıyağıydı ya da çekik gözlerim Türkmen bir kızın gözleri olabilirdi. Kısalığım da dedelerimin kötü bir şakasıydı belli ki. Hem nihayetinde 'güzel' burnum da bir zaman sonra toprak altında kendi yağında kavrulan orta halli iyi bir böcek familyası için 'güzel' bir akşam yemeği olmayacak mıydı?

Ama ruhum öyle mi... Bütünüyle bana ait olan tek ve en 'güzel' sermayem. Asla yok olmayacağını bildiğim 'dayanağım'. Ruhumu kendim inşa ettim hem ben. En büyük kavgamı onunla yaptım. Zaman zaman güvenini yerle bir ettim. Kırmızı çizgileri, olmazsa olmazları, değişmez doğruları değişti zamanla. Sandığını sandıklarının büyük bir aldatmacadan ibaret olduğu şokunun acısıyla kıvrandı, hem de günlerce, kimseye çaktırmadan, hep bilindik mimiklerle. Gel gör ki ruhun mimikleri de olmaz. Kaçamazsın bu yüzden ruhunu görebilenden. Mükafat olarak teslim olmalısın ruhunu görebilene.

Hem ruhum hiç yaş almaz. Zamanla saatle işi olmaz. Kimse ruhumun doğum gününü de kutlamaz böylece. O da istediği zaman istediği kadar mumu üfleyip onu alkışlamak için sabırsızlıkla bekleyen bir kalabalık olmadan dilediğini diler. Ruhlar savruktur, hep başına buyruk.

Haa bi de sevilmişse ruhun... Kaşın, gözün, fındık burnun için değil, hatta iyi bir insan olduğun için de değil, zaman zaman kötü de olduğun için, saklayamadıkların için de sevilmişsse bence o ruh... O ruh var ya, en mutlu ruhu olmalı bütün bedenlerin.

Ruhun kaybolmayacağı düşüncesi hep rahatlatır beni. O yüzden inşaasına önem veririm. Bir kere inşa edilen ve asla yıkılmayacağını bildiğim kıymetli bir yapıt gibi görürüm ben ruhumu. Kırıldığı, öfkelendiği, heycanlandığı, mutluluğu kursağında hissettiği tuğlaları kaliteli olmalıdır bundan dolayı. Gözyaşları ve gülücüklerle sıvalıdır benim ruhum. Sözün özü, bütünüyle ''ben'im'' bu yapıt.

Gelin görün ki bedenin derisiyle ilgilenmekten, dışarıdaki yapay gürültüden ruhun sesini duymayız birçok zaman. Duymayız değil mi biz duymayız yani. Yani hepimiz duymayız işte. Önce kendimizi duymayız, sonra birbirimizi duymayız, sonra da bütünüyle sağır oluruz. Ruh hep konuşur, biz hiç duymayız.

ne burunmuş kardeşim, yeter!