Şarkılardan ve kokulardan âlâ zaman makinesi yok. Eğer anılarınızın birkaçında bu iki figürün bütünleşmiş halleri var ise “bütünleşik vurgun anılar” ne demek öğrenmiş oluyorsunuz. 


17 sene önce, yani bir nevi bir ergenlik dönemi öncesi, aslında erkeklerin hayat evrelerini 17 yıla bölüp bunları da numaralandırmak en mantıklısı.

1. Ergenlik Dönemi

2. Ergenlik Dönemi

3. Ergenlik Dönemi

Artık kaçıncı ergenlik sayısına ulaşacağınız size kalmış. Sonuçta sayılar sonsuz olsa da biz insanoğullarının -ki buradaki insanoğlu kavramı tamamen erkeklerden bahsetmem münasebetiyledir ki çok kıymetli amazonlarımızı gücendirmesin- bir sonu var.  Bir ergenlik önce… Yani daha bırak hayatı, varoluş sancılarını, gelecek kaygılarını, ben kimim sorularının bile kuzu sesi çıkardığı zamanlar... Ailem beni güzel bir dershaneye yazdırmış, hayatımın geri kalanına ışık tutacağı o günlerden belli olan eğitimde başarı durumsuzluğum artık iyice gün yüzüne çıkmış ve ben gelin görün ki aşık olmuşum. Güvenpark’ta egzoz dumanlarının arasında…  1. Ergenlik Döneminde ivedilikle aşık olunması yasaklanmalı, detayına çok girmeyeceğim bu benim şahsi kanaatim.  Pek tabii bu bana ben olduğumu hissettiren ilk kadındı çünkü koca lise hayatımdaki ilk kız arkadaşımdı. Aşklarım oldu elbet fakat ergen, şişman ve uzun saçlı rockçı kahramanımız ne zaman ki kilo verdi ve saçları okul tarafından hunharca kestirildi ancak o zaman aşklar karşılıklı olabildi. Ya da sadece tesadüf, kim bilir, bütün bunlar benim anlamlandırmalarım da olabilir. İlk aşkım olmasa da ilk aşık olup karşılık bulabildiğim kız. Çok güzel bir yüzü vardı ve çok güzel gözleri... Sanki Persler'in tamamı kendi ırklarından olmasa bile onlara benzemesi için ailesine rüşvet vermiş gibiydi. Ancak ben bu Fahri Pers Prensesi ile az görüşmek zorunda kalıyordum çünkü okuldan sonra koşarak yetişmem gereken bir dershanem, sonra gitmem gereken bir evim vardı. Evi o vakitler gözden çıkarmanın beni biraz zorlayacağını düşünürsek dershane parasını veren dedemin yanına koşmam en mantıklısıydı. “Bak dedeciğim, benim sınavdan bu sene bir cacık olmaz. Sakın yanlış anlama, bu cacığın bir hıyarı var ama o hıyar o yoğurda giremiyor. Bu yıl baştan bilgilendireyim. Sen o yüzden benim bu yılki salatama destek olacak daha düşük bir dershaneye yazdır ki seneye hiç olmazsa okul puanım yükselsin, bu arada ben o dershaneyi de buldum Kızılay’da, sen hiç canını sıkma."

Sene ortasında torununun bir hıyar olduğunu duymak dedemin kafasını allak bullak etmiş olacak ki sağ olsun beni Fahri Pers Prensesi'nin dershanesine yazdırdı. Oh be demiştim sonunda. Artık biraz hasret giderme vakti, biraz benim de mutlu olma zamanım geldi, diye çok sesli düşünmüş olacağım ki üç hafta sonra Fahri Pers Prensesi; çok uzaklardaki, Adana’daki eski dük sevgilisine geri dönme kararı aldı. İşin tabii daha üzücü kısmı bunu “Sınava konsantre olamıyorum, beni çok seviyorsun ve bu yüzden baskılıyorsun.” diyerek yapmış olması idi. Belki de öyle yapmışımdır, kim bilir. Ancak o zamanki canımın yanmasını hiçbir şeyle mukayese edemem sanıyordum. Sonraları bunun serçe parmağımı koltuğun köşesine çarpmam ile ancak eş değer olabileceğini ayaklarınız birkaç kere kırıldığında idrak edebiliyorsunuz, işte dedim ya, 1. Ergenlik Dönemi. Artık ben acıların çocuğu, en arka sırada oturup kulaklığı ile müzik dinleyen, sıraya kafasını gömen, okula ve dershaneye sarhoş giden birine dönüşüvermiştim. O yıllarda CD player'ım artık bozulmuş, ikinci el kötü bi' MP3 player almıştım. Müzik zaten benim hep en yakın arkadaşım olmuştu. Bir de o yıllarda Çilekeş’in "Yetmiyor" şarkısı... Her gün en az dört kere onu dinlerdim. O kadar sık dinliyordum ki hem aynı okuldan hem aynı dershaneden yakın arkadaşım -ki kendisi ağır abi olarak tanınır- gizli gizli benden MP3 player'ı alıp “Şşş, sakın kimseye söyleme Çilekeş dinlediğimi,” deyip iki saat transa geçerdi. 


Sonraları dershane bitti, herkes dağıldı, sınavlara girildi, tatillere gidildi, öküzler öldü. Hıyarlar doğrandı, ortaklıklar bitti. Ben ve benim gibiler için dershane serüveni bir kez daha başladı. Az biraz zaman sonra Adana Dükü'nün onu aldattığını duydum, sonra babasının intihar ettiğini öğrendim. Cenazesine gittim, iki kürek toprak da ben attım. Beni gördü ve görünce sarılıp ağladı. O ağladı, ben ağladım. Sonra bir daha hiç konuşmadık. 


Yıllar yıllar sonra Haziran-2 Sokak'ta, haziran doğumlu bir kızla otururken lavanta kokularının arasında... O bana öfkeli, ben ona çaresizce bakarken bana “Çok sevdiğim bir şarkıda geçer biliyor musun, 'Bilmek yetmiyor, görmek yetmiyor, varlığın beni terk ediyor.' İşte ben şu an o haldeyim.” dedi ve ben de onu terk ettim son bir gerçek öpücük ile. Dedim ya, sonuçta bu da 2. Ergenlik Dönemi…