Caner'in ağzından


Gözümü açtığımda bir dağ evinde uyanmıştım. Ne kadar buradan kurtulmaya çalışsam da görünmez bir bariyer buna engel olmuştu sanki. Ben de yemeyi ve içmeyi bıraktım. Amacım karnımda ki bebeklerin gelişimini durdurmaktı ama pek de işe yaramış gibi durmuyordu. Hamileliğin 8. Ayındaydım ve karnım hiç bir şey yiyip içmememe rağmen epey büyümüştü. Hareketlerim kısıtlanmıştı ve hiç bir şey yiyip içmediğim için iyice güçten düşmüştüm ama pes etmeye niyetim yoktu. Buradan çıkmak için hâla 1 ayım vardı.

Bu düşünceler ile oturduğum kanepeden tutunarak ayağa kalktım. Yavaş adımlarla dağ evinden çıktım. Gözüm ıssız ormanda dolaşarak bir kaçış yolu bulmaya çalıştı ama bu pek de mümkün görünmüyordu. Ağaçlar ve yeşilliklerden başka hiç bir şey olamayan ve baktıkça daha da çok kaybolduğum uçsuz bucaksız bir ormanın tam ortasındaydım.

Tam 5 aydır bir hiçliğin ortasındayım.

Ne kadar güçsüz olduğumu bir kere daha fark ederek içimden kendime söverek ilerlemeye başladım. Yavaş adımlarla ormanda ilerlemeye devam ettim. Nereden gidersem gideyim yine aynı yere döneceğimin farkındaydım ama belki bir insan bulurum umudu ile ilerliyordum.

"Kimse yok mu?"

Bir yandan ilerliyor bir yandan da sesimi duyurmaya çalışıyordum.

Karnımın büyüklüğünden dolayı sırtımda ara ara ağrı oluşuyordu. Yine sırtımın ortasında oluşan ağrı ile bir ağacın önüne oturarak kafamı ağacın gövdesine yasladım.

"Cansu..."

Böyle zamanlarda Cansu'nun adını sayıklamak iyi hissettiriyordu.

Aniden hissettiğim öfke ile birlikte bağırmaya başladım.

"Bunu bana neden yapıyorsun? Hadi kendimi geçtim, bunu kızına neden yapıyorsun?"

Sesim ıssız ormanda yankılanarak bana geri dönmüştü. Açlık beni daha çok çıldırtıyordu. Uzun süredir yemek yemediğim için yüzümün inceldiğini hissediyordum. Tek sorun Karnımın büyük olmasıydı. Dışarıdan bakıldığında göbekli bir genç gibi görünebilirdim. Bunun nasıl olduğunu ben de anlamamıştım. Böyle oturarak buradan çıkamazdım. Ağaçtan destek alarak ayağa kalktığımda sırtımdan karnıma ve oradan da bacaklarıma doğru yayılmaya başlayan bir sızı ile hareket edemeden korku ile kalakalmıştım. Sızı, sağ bacağımı uyuşturmaya başladığında kalktığım yere düşmüştüm ve bu düşüş büyük bir sancıya neden olmuştu. Sancı ile birlikte erkeksi olan haykırışım neredeyse ormanı inletmişti.

Yerde cenin pozisyonunu almış bir şekilde acıdan ağlamaya başlamıştım.

Sancı mümkünmüş gibi git gide büyüyor ve bedenimin her zerresini acıtıyordu.

Acıyı kaburgalarımda bile hissedebiliyordum.

Sanki kemiklerim kırılıyordu. Sanırım ölüyordum. Bunun başka bir açıklaması yoktu. Hep nasıl öleceğimi merak ederdim. Gerçekten kötü bir hayat yaşamış olmalıydım. Yoksa bu kadar acı çekemezdim.

Yerdeki çimenleri elimle yolmaya başlarken bir yandan da kıvranıyordum. Anlımdan ve sırtımdan akan terler acının büyüklüğünü kanıtlar nitelikteydi.

Eğer bu bebekler doğarsa insanlığın sonu gelecekti. Bunun farkındaydım ama çaresizlik bedenimi ele geçirmişti.

"Yardım..."

Sesim kısılmıştı. Midem bulanmaya başlamıştı ama sorun şuydu ki midem bomboşdu.

Kendimi öldürmeliydim. Bu lanetten ancak böyle kurtulabilirdim. Zaten en başından beri yapmam gereken şeyde buydu.

İçime titrek bir nefes alarak ayağa kalkmaya çalıştığım sırada bir bebek ağlama sesi kulaklarıma dolunca Sancı ile kıvranan bedenim kaskatı kesiliverdi.

Korku ile başımı sesin geldiği yere çevirince gerçekten bir bebeğin ayaklarımın yanında yerde debelenerek ağladığına şahit olmuştum. Korku ile nefes alış verişim hızlanmıştı. Bununla birlikte sağanak yağmur bastırmıştı. Ben hâla sancıdan kıvranmaya devam ederken bebek sesleri artmaya başlıyordu. Kaç tane bebek olduğunu sayamadan yere düşmüştüm.

"Doğmamalılar."

Kısık sesle söylediğim şeyle birlikte yeniden kalkmaya çalıştığımda 8 tane bebeğin ayak ucumda ağladığını fark ederek yutkundum.

"Caner?"

Adımı duymamla birlikte kafamı sesin geldiği yöne doğru çevirdim.

"Ca-Cansu?"

Kekelemiştim. Çünkü bir yandan aşık olduğum kız benim doğum yaptığıma şahit olmuştu ki bu utanç verici bir şeydi. Bir taraftan da onu görmenin heyecanı tüm bedenimi ele geçirmişti.

Hızla yanıma koşarak elini karnıma koydu. Bu hareketi sancımın kesilmesine neden olmuştu.

"Nereden öğrendin?"

Cümlemi tamamlayamadım. Cansu boşta duran elini ıslanmış saçlarıma götürerek anlımdan çekti.

"Geç kaldığım için çok üzgünüm."

Durdu ve beni biraz inceledikten sonra devam etti.

"Yüzün çok zayıflamış."

5 aydır yemek yemiyordum ve bu çok normaldi.

"Ne? Gerçekten 5 aydır hiçbir şey yemedin mi?"

O an düşüncelerimi okuyabildiğini unuttuğumu fark ettim.

Cansu arkamda ağlayan bebeklere bakarak derin bir nefes aldı.

"9 bebek doğmuş. Eğer sonuncu da lanet bozulmadan doğarsa öleceksin."

Alayla gülmeye çalıştım ama ona bile gücüm kalmamıştı.

"Zaten ölü gibi değil miyim? Hem şu an sancım yok. Bence son nefesimi verirken acı hissetmeyeceğim."

Dalga geçer gibi konuştuğum için Cansu sinirlenmişti.

"Gerizekağlı, sancın yok çünkü bebeği büyü ile durduruyorum. Eğer doğarsa öleceksin ve bu dalga geçilecek bir konu değil."

O sırada elinin neden karnımda olduğunu fark ederek içimden mallığımı kutladım.

"Geç kaldın. Sadece bir bebek kaldı ve buna engel olamayacaksın."

Güçsüz gözlerle karşımızda dumanların içinde duran büyücüye baktım.

"Anne neden yapıyorsun bunu ona? Annesinin suçunu o çekmek zorunda değil."

Annesi kahkaha atarak devam etti.

"Dünyanın kanunudur bu kızım. Çocuklar ebeveynlerinin yaptığı hataların bedelini ödemek zorundadır."

"Üzgünüm anne ama ben senin yaptığın bir hatanın bedelini ödemektense ölmeyi tercih ederim."

Onları yorgun gözlerle izliyordum.

"O zaman ben de üzgünüm Cansu. Sanırım öleceksin."

Büyücünün bu sözlerinden sonra Cansu havalanarak uzaktaki bir ağacın gövdesine çarptı.

Sancım yeniden başlamasına rağmen yerden zorla kalkarak Cansu'nun yanına ilerlemeye çalıştım ama sancıdan dolayı ağaca tutunmak zorunda kaldım.

Büyücü kahkahalar ile bana doğru yaklaşırken benim gözüm sadece Cansu'ya odaklanmıştı.

"Son doğumu da yapalım mı artık?"

Yüzümde kocaman bir tiksinme ifadesi oluştu ve buna engel olamadım.

Ben büyücüye bu ifade ile bakmaya devam ederken aniden büyücünün etrafını kara bir duman kaplayınca yüzümdeki ifade şaşkınlığa dönüştü.

O da bunu fark ederek benden bir iki adım uzaklaştı ve arkasına döndü. O sırada Cansu'nun elinde tuttuğu bir şişeyle sırıttığını gördüm. Onun gülümsemesi benim de yüzümde bir tebessüme yol açmıştı ama bu tebessüm sancılı bir tebessümdü.

"Bunu annene nasıl yaparsın ha?"

Büyücü bağırarak arkasından bir şey çıkararak Cansu'ya yaklaştı. Ne çıkardığını görememek beni tedirgin etmişti. Ardından Cansu'nun acı iniltisini duymamla kalbimde ki sancı karnımda ki sancının önüne geçmişti.

"Eğer ben yok olursam sen de yok olursun. Çünkü sen benim kanımı taşıyorsun."

Tedirgince ikisine yaklaştığımda büyücünün tırnaklarının Cansu'nun kalbine geçtiğini görerek yutkundum. Ardından bebeklerin ağlama sesleri kesildiğinde ne olduğunu anlamak için bebeklere doğru döndüm. Yanıyorlardı...

"Caner..."

Cansu'nun sesi ile bakışlarımı tekrardan ona doğru çevirdim.

"Lanet bozuldu."

Yüzünde acı bir tebessüm vardı ama karnımda hâla bir sancı hissediyordum.

"Karnında ki bebek insana dönüştü. Eğer yarım saat içinde hastaneye yetişemezsen öleceksin."

Acı içinde konuşmaya çalıştığı çok belliydi.

"Seni bırakmam."

Sancı çektiğimi gizlemeye çalışarak konuşmuştum. İkimizinde rengi kıpkırmızı olmuştu.

"Bırakmalısın. Ben ölmeyeceğim. Büyücüler kolay kolay ölmez. Ben geri geldiğimde senin yaşadığını görmek istiyorum."

Söylediği şeylerle birlikte kafamı olumsuz anlamda sallayarak ona yaklaşmaya çalıştım ama birden gözümün önünden kaybolmuştu. Nereye kaybolduğunu görmek için etrafıma bakındığımda farklı bir yerde olduğumu fark ettim. O değil ben kaybolmuştum. Belki de beni buraya kendisi ışınlanmıştı.

Ben bu düşüncelerle boğuşurken karnımda hissettiğim sancının yoğunluğu beni kendime getirmişti. Hızla bir taksi çevirerek arka koltuğa oturdum.

"Nereye gideceksiniz?"

Şoförün sorusu üzerine sancı çektiğimi belli etmemek için dişlerimi sıkarak konuştum.

"En yakın..."

Konuşmak nefessiz kalmama neden olduğu için sırtımı dikleştirmeye çalışarak devam ettim.

"Hastaneye lütfen!"

Sesim feryat eder gibi çıktığı için şoför arkasına dönüp bakma gereği duymuştu.

"Hızlı olur musunuz?"

Diyerek önüne dönmesini sağladım.

"Ölümcül bir hastalık mı?"

Adamın sorusunu duymazlıktan gelerek nefes almaya çalıştım ama artık aldığım nefes bile canımı yakmaya başlamıştı.

Elimle kapının kolunu kırmak istercesine sıkıyordum.

"Siz iyi misiniz?"

Adam korku dolu gözlerle bana bakarken ben bağırarak konuşmaya başladım.

"Soru sormayı bırak ve gaza baş!"

Nefesimi titrek bir şekilde bırakırken artık sancı çekmediğimi fark ettim. Hissettiğim şey bebeğin hareketi ve kasığımda oluşan basınçtı ama sancı hissetmiyordum.

Dişlerimin arasından güçsüz bir şekilde konuştum.

"Arabanda ölmemi istemiyorsan çabuk ol!"

Adam gaza basmaya başladığında nefes almakta daha fazla zorluk çekmeye başlamıştım. Görüş alanım bulanıklaşmıştı.

"Ölüyorum."

Dedim sessizce. Tam o sırada arabanın durduğunu hissetmiştim. Benim kapım açıldığında yüzüme vuran rüzgar beni hafiften sarsmıştı. Koltuk altlarımda hissettiğim eller ile arabadan indirildiğimde rüzgar bedenimi titretmeye başlamıştı. Hâla bilincim yerinde olsada konuşamıyor ve acı hissedemiyordum. Sedyeye yatırıldığımı hissetmiştim. Gözlerim yarı açık bir halde sedyeyi süren doktorları izledim. Doktorları görüş alanımdan dolayı net göremesem de derinden kulağıma doğru gelen bir ses eşliğinde gözlerimi kapattım.

"Neyi var?"

Ve karanlığın içine hapsoldum...