8 Yıl Sonra
Elimde kahvem dizimde bilgisayarım ile sunumları yetiştirmeye çalışıyordum. Uzun yıl uğraşlarım sonunda ise yaramıştı ve fon yaratıcısı olmuştum. Trilyonlar kazansamda iş çok zordu. Ben işime gömülmüşken arkamdan Sırtıma atlayan velet ile kaşlarımı çatarak omuzlarımı silkeledim ama inmemeye kararlıydı.
"Cansel!"
Diye bağırdım. 8 yaşına gelince daha çok yorulmaya başlamıştım.
"Baba oyun oynayalım."
Kafasını eğerek yüzüme yaklaştı ve yüzüne her zamanki yavru kedi bakışını yerleştirdi. Onun bu yüzü bana nedense Cansu'yu yansıtmıştı. Onun bizimle hiç bir alakası kalmamıştı ama hâla aklıma geliyordu. Kaşlarımı sinirlenmiş gibi çatarak kafamı iki yana salladım.
"İşim var Cansel sonra."
"Ama hep işin var."
Omuzlarımdan inerek yanıma oturdu ve küçük elleri ile yakamı silkelemeye başladı.
"Hadi ya! Oyun oynayalım koca adam. Hani ben senin küçük prensesindim. Hadi oyuuuuuum!"
Oyun yerine oyum demesi kahkaha atmama neden olmuştu. Kafamı olumsuz anlamda sallayarak konuştum.
"Murat abin seninle oynasın ben çok yoğunum."
Cansel ellerini önünde birleştirerek başını önüne eğdi.
"Sen mi benim babamsın Murat abi mi?"
İşte bu soru yüzümdeki gülümsemenin silinmesine neden olmuştu. Derin bir nefes alarak dizimdeki bilgisayarın kapağını kapattım ve ayağa kalkıp kollarımı açtım.
"Hadi parka gidelim o zaman başımın belası."
Cansel hızla kollarımın arasına atlayarak gülmeye başladı.
"Gidelim hadi."
Yüzündeki masumiyet bana da bulaşmıştı.
Evden çıktığımızda telefonla Murat'ı aradım.
"Murat lütfen beni yarın idare et. Sunumu bitirebileceğimi sanmıyorum."
"Tamam kardeşim bende. Sorun yok değil mi?"
"Yok merak etme."
Diyerek telefonu kapattım.
Parka gelir gelmez Cansel kucağımdan atlayarak salıncaklara doğru ilerlemeye başladı. Ben de onu takip edecekken aniden ağaçların arasında bu sıcacık havada siyah şapka siyah gözlük ve siyah bir mont ile ağacın köşesinde duran bir kadın dikkatimi çekti. Ben kadına bakarken Cansel'in sesi ile ona döndüm.
"Baba bak!"
Bana gösterdiği yere bakacakken aniden Cansel'in düşmesi ile ona doğru koşmaya başladım. Yanına gittiğimde az önce gördüğüm kadının da Cansel'in yanına geldiğini fark ettim.
"İyi misin tatlım? Acıyor mu?"
Kadın Cansel'in dizine elini koyduğunda Cansel bana doğru sokulup ondan uzaklaşmaya çalıştı.
"Sorun yok ben ilgilenirim teşekkürler."
Diyerek kadını uzaklaştırmaya çalıştım.
Kadın hafifçe tebessüm ederek ayağa kalktı.
"Baba dizim acıyor."
Cansel'in dizine baktığında hafif sıyrılmış olduğunu görerek tebessüm ettim.
"Buna mı ağlıyorsun? Bak güzelim bu daha başlangıç daha çok düşeceksin her düştüğünde ağlarsan yaşamak işkence gibi gelir. O yüzden küçük sırıkları önemseme."
Cansel bana tebessüm ederek ayağa kalktı.
"O kadar acımıyor ki zaten."
"Ya sen ne kadar güçlü bir prensessin böyle."
Gülümsemesi genişleyince elleri ile saçlarını savurarak prenses gibi yürümeye çalıştı ama bacağının acıdığını yüzünün aldığı şekilden anlamıştım.
"Ben de merhem var sürelim de çabucak iyileşsin."
Az önceki Kadın hızla yanımıza gelerek çantasından bir merhem çıkarttı.
"Baba istemiyorum acımıyor zaten."
Cansel bana sokulunca göz ucuyla yaralı olan dizine baktım.
"Teşekkürler bana verebilirsiniz."
Merhemi kadının elinden alarak kapağını açtım ve Cansel'e döndüm.
"Evet sen çok güçlüsün ama yaraları tedavi etmezsek hissettiğin acı hareketlerini kısıtlar ve beynini meşgul eder. Bunun olmasını istemeyiz değil mi?"
Başını olumlu anlamda sallayınca merhemo yavaşça dizine sürmeye başladım.
"Baba benim annem nerede? Bütün çocukların annesi var ama benim yok."
Yutkundum. Ne diyeceğimi düşündüm o sırada hâla yanımızda duran kadın aklıma gelerek bakışlarımı ona çevirdim. Başını önüne eğmiş bizi dinliyordu. Sinirlendiğimi hissederek merhemi kapatıp kadına doğru uzattım.
"Yardımlarınız için çok teşekkür ederim."
Kibarca onun gitmesi için bekledim ama kadın yerinden oynamayınca konuşmaya başladım.
"Çok teşekkür..."
"Benim."
Kadının aniden söylediği şey ile konuşmam yarıda kalmıştı.
"Tanışıyor muyuz?"
Cansel arkama geçerek omuzlarımı tuttu. Büyük ihtimalle kadından korkmuştu.
"Özür dilerim buna yüzüm yok biliyorum ama özür dilerim."
Hâla boş gözlerle kadını izliyordum.
"Caner?"
Tek kaşım havaya kalkmıştı.
"Benim Cansu."
İşte o an dünya sanki dönmeyi bırakmıştı. Omuzlarımı tutan Cansel'i umursamadan ayağa kalktım ve onun tam karşısına geçtim.
"Gelemedim Caner. Beni aradığını bilyordum ama gelemedim."
Hızla kafasındaki şapkasını çıkartarak fırlattım. Ardından gözlüğünü de çıkartarak yere attım. Cansuydu. İlk aşkım, son aşkım, umutsuzluğum, umudum, her şeyim, hiçbirşeyim olan kadın...
"Baba bu kim?"
Cansel'i umursamadım. Gözlerim hâla onun üzerindeydi.
"Çok yakışıklısın. Eskiden de yakışıklısın ama sanki yıllar sana daha çok yaramış gibi."
Güldüm ama bu içten bir gülme değildi. Alay ederek baktım ona. Bakışlarımla ezdim onu yok ettim...
"Caner bana öyle bakma!"
Bağırmıştı. Haklıymış gibi bağırmıştı.
"Cansel!"
Cansel'e bağırdım. Onun titrediğini hissedebiliyordum ama şu an gözüm hiç bir şeyi görmüyordu.
"Git ve oyna!"
Diye devam ettim. Cansel'in uzaklaşan ayak seslerini duyduğumda hızla Cansu'nun üzerine yürümeye başladım. Sertçe sırtı bir ağacın gövdesine çarptığında canının yandığını görmüştüm.
"Senin için yaptım. Lanetin yeniden tekrarlamaması için. Senin acı çekmeni sevmediğim için eğer ben hayatından çıkarsam daha mutlu olursun diye düşündüğüm için ben seni sandığından daha çok seviyorum Caner. Ben sensiz yapamıyorum ben Cansel'e annelik yapmak istiyorum seninle evlenmek istiyorum."
Durdu, derin bir nefes aldı ve gözlerini kapatarak devam etti.
"Benim isteklerimin bir önemi olmadığını biliyorum."
Ağladı, hıçkırarak Ağladı ama gözlerini açmadan devam etti.
"Bana hissettirdiğin şeyleri başka hiç kimse hissettiremedi."
Durdu, gözlerini açtı ve uzunca bir süre gözlerime bakarak devam etti.
"Ben sana aşık değilim. Ben sen de tutukluyum. Gözlerinde, gülüşünde, Sesinde, nefesinde tutukluyum."
Cansu'dan beklemediğim cümleler afallamama neden oldu ama belli etmemeye çalışıyordum.
"Düştün demi? Düştün düştün."
Söylediği şey ile gözlerim istemsizce dudaklarına kaydığında dudaklarını dişlerinin arasına aldı ve elimi istemsizce yumruk yaparak gözlerimi kapattım ama dudağımda hissettiğim ıslaklıkla vücudumun kasıldığını hissettim. Beni öpmeye başlamıştı ama ben karşılık vermiyordum. Daha çok kendimle savaşıyordum.
"Beni öpmek istiyorsun."
Dudağımın üzerine fısıldadığında kendimi kaybetmek üzere olduğumu hissettim.
Alt dudağımı ısırdığında bu son darbeydi. Hızla iki elimi de yanında sabitleyerek onu ağaçla kendi arama hapsettim. Öpüşmelerimiz derinleşmişti.
"Tüh size. Evinjz yok mu bu manzarayı görmek zorunda mıyız?"
Yanımızdan gelen sesleri umursamadan onu belinden tuttum ve o da benden destek alarak bacaklarını kaldırdı ve belime doladı. Artık kucağımdaydı. Ben ilk defa mantığımı devre dışı bırakmıştım. Onun sıcaklığı ve ıslak dudakları beynimi uyuşturmuştu.
"Baba?"
Cansel'in sesini duymamla ondan zorlukla ayrıldım. O da bacaklarını yere indirip kucağımdan indi.
"Cansel?"
Dedim titrek bir sesle ve devam ettim.
"O senin annen."
Cansel'in yüzünü göremedim çünkü gözlerim sadece onun üzerindeydi. Cansu benim aksime Cansel'e bakıyordu.
"Anne?"
Cansel'in sesini duymamla Cansu'nun kucağına atlamasını görmem bir oldu. Birbirlerine sarıldıklarında gözüm ikisinin üzerindeydi. Cansu kucağında Canselle bana doğru yaklaşarak elimi tuttu.
"Anne bunca zamandır neredeydin?"
"İşlerim vardı güzel kızım ama merak etme artık sizi asla bırakmayacağım."
Hayatımda yaşadığım en güzel an bu andı.
Sonra ne mi oldu? Evlendik ve Cansu ikinci bebeğimize hamile kaldı. Aylar geçti, yıllar gecti, mevsimler geçti ve biz hiç ayrılmadık. Aramıza kırgınlıklar girdi ama sonra geçti, aramıza yabancılar girdi ama bizi ayıramadılar çünkü aşkımız sandığımızdan daha güçlü çıktı ve küçücük bir darbede yıkılamayacak kadar sağlam...