Caner'in ağzından


Cansu'dan oluk oluk kan akarken ne yapacağımı şaşırmış bir vaziyette onu yerden kaldırmaya çalışıyordum.

"Caner, kaç diyorum. Hedefleri ben değilim sensin."

"Seni nasıl bırakayım? Saçma sapan konuşma."

O sırada bir el daha silah sesi duyduğumda tişörtümün kumaşı yere düşmüştü.

"Caner, senin yüzünden acı çekiyorum. Zihnimle kurşunun yönünü kontrol etmekten yoruldum. Sen buradayken onları alt edemem. Bana bir şey olmaz korkma. Sen kaçınca işimi halledip geleceğim söz."

"Ya gelemezsen."

"Kaç dedim..."

Bir silah sesi daha geldiğinde bu sefer Cansu'nun yanağını sıyırmıştı. Kaçmaktan başka çarem yoktu. Ne kadar bir kızın arkasına saklanmak istemesem de eğer gitmezsem benim yüzümden daha çok zarar görebilirdi. İçimden şansıma söverek koşmaya başladım. Ben koştukça arkamdan 3 - 4 el ateş ediliyordu. Bir duvarın arkasına sığınarak Cansu'ya baktım. Her yerinden kan akarken o ayakta duruyordu.

"Orada dikilirsen ölürsün. Kulübeye git ve beni bekle."

Cansu'nun beni fark ederek kurduğu cümleleri istemeye istemeye onayladım ve koşmaya devam ettim.

Kulübenin önüne geldiğimde nefes nefese kalmıştım ve midem bulanmaya başlamıştı. Buna baş dönmesi de eklenince yere oturup gözlerimi kapattım ve sakinleşmeye çalıştım.

Cansu'ya benim yüzümden bir şey olmasına izin veremezdim.

Ben bu düşüncelerle cebelleşirken duyduğum ses ile hızla başımı o tarafa doğru çevirdim.

Cansu'nun yerde yattığını görünce hemen yerden kalkarak yanına doğru koştum. Savaşa katılmış bir asker gibi her yeri yara bere içindeydi. Hızla onu kucağıma alarak kulübenin kapısını açıp içeriye girdim. Onu koltuğa yatırıp pansuman yapmak için malzeme aramaya başladım. Bütün malzemeleri topladığımda hızla yanına gidip tişörtünün omzunu yırttım ama gördüğüm manzara gerilmeme neden olmuştu. Ben kurşunu nasıl çıkaracağımı bilmiyordum ve omzu çok kötü durumdaydı.

İnleyerek gözlerini araladığında elini omzuna doğru götürdü. Elini yaranın içine daldırdığında panikle elini tuttum.

"Dur ne yapıyorsun?"

Benim sorumu duymazdan gelerek yarasının içinden kurşunu çıkartıp bana gösterdi.

"Bu kadar basit."

Benim düşüncemi duymuş muydu?

Şok içerisinde ona bakarak pamuğa tentürdiyot döküp yarasına yaklaştırdım ama yarası hızla iyileşince pamuk elimde kaldı. Pamuğa ve yaraya bakış attıktan sonra pamuğu yere koydum.

Kafamın arkasını kaşıyarak konuştum.

"Pardon senin büyücü olduğunu unutmuşum."

Cansu hiçbir şey söylemeden bana bakıyordu.

"Neden konuşmuyorsun?"

Gözlerini kaçırarak cevap verdi.

"Özür dilerim."

Ben tepkisiz kalınca devam etti.

"Ben eğer hiç hayatına girmeseydim bu lanetle uğraşmak zorunda kalmayacaktın."

Derin bir iç çekerek konuştum.

"Bunları şu an konuşmak bize bir fayda sağlamayacak."

O da başını önüne eğerek devam etti.

"Senden haberleri olmuş. Seni öldürmeden durmayacaklar. Bu ülkeden gitmekten başka çaremiz yok."

"Ülkeden gitmek mi?"

Şaşkınlıkla sorduğum soruya omuz silkerek cevap verdi.

"En azından zaman kazanırız."

Gidemezdim. Uzun süredir annemi bile görememiştim şimdi umursamaz bir evlat gibi onu terk edip gidemezdim. Tam konuşmak için ağzımı açmıştım ki Cansu benden önce davrandı.

"Anneni mi düşünüyorsun gerçekten? Onun yüzünden bu haldesin. Onu görmene izin veremem."

Yutkundum. Düşüncelerimi duyuyordu.

"Sen beni duyuyorsun?"

Cevap vermeden arkasına yaslanınca konuya geri döndüm.

"Annem bana zarar vermez. Geçmişte hata yapmış olması beni sevmediği anlamına gelmez. Gitmeden önce onu görmeliyim."

"Bak! Annen bir tarikatın üyesi. Bir tarikatta çalışanlar çocuklarını bile bu uğurda feda etmeye razıdırlar. Seni öldürmeye çalışacaktır."

Annemin beni öldürmek isteyeceğini düşünmüyordum. İnatla direttim.

"Annemi görmeden seninle hiçbir yere gelmem. Önce onun iyi olduğundan emin olmam lazım."

"Pes etmeyeceksin değil mi? Peki o zaman gidelim." diyerek ayağa kalktı. Ben de ayağa kalkınca kulübeden çıktık.

Annemin evinin önüne geldiğimizde ikimiz de durarak eve bakmaya başladık. Aramızdaki sessizliği Cansu bozdu.

"Sadece 20 dakika. 20 dakika sonra eğer çıkmazsan ben içeriye girerim."

"Çok az değil mi sence de?"

"Hayır çok bile."

Derin bir nefes alarak Cansu'ya doğru döndüm.

"Bana bir söz vermeni istiyorum. Eğer 20 dakika sonra çıkmazsam, olmaz ama eğer başıma bir şey gelirse anneme zarar vermeyeceksin. Anlaştık mı?"

"Ben buna söz veremem."

"Cansu, annem benim bu dünyadaki tek dayanağım. Lütfen söz ver."

Cansu bakışlarını arkamdaki eve çevirerek konuştu.

"O zaman sen de bana söz vermelisin. Hayatta kalacağına dair."

Başımla onaylayıp eve doğru döndüm.

"Söz veriyorum."

Cansu'yu arkamda bırakarak ilerlemeye başladım. En sonunda kapıya ulaştığımda zile bastım. 10 dakika sonra kapı açıldığında annem tekerlekli sandalyede beni karşıladı. Onu öyle görünce içimde büyük bir hüzün hissederek anneme sarıldım.

"Caner, serbest mi kaldın sonunda?"

Sorduğu soru ile kaşlarımı çatarak yüzüne baktım.

"Niye öyle bakıyorsun oğlum? Karakolda değil miydin?"

O an unuttuğum detay aklıma gelince gülümsemeye çalışarak konuştum.

"Evet, isimler karışmış. Yanlış anlaşılma."

Annem de gülümseyerek konuştu.

"Hadi içeriye geçelim. Hava soğukmuş."

Annemin arkasına geçerek tekerlekli sandalyesini itmeye başladım. Oturma odasına geçince sandalyeyi bırakıp karşısına oturdum.

"Caner?"

Adımı soru sorar gibi söylemesi ile kaşlarımı çattım. Ardından elini yanağıma koyarak konuştu.

"Oğlum sen kilo mu aldın?"

Yutkundum. Elini yanağımdan aşağıya doğru kaydırmaya başladığında gerginlikle elini tutup dudağıma götürdüm. Eğer elini karnıma doğru indirirse bir terslik olduğunu fark ederdi. Çünkü ne kadar dışarıdan belli olmasa da karnımda bir şişkinlik vardı ve kim dokunursa dokunsun bir gariplik olduğunu anlayabilirdi.

"Ihlamur ister misin annem? Eski günlerdeki gibi."

"Olur."

Cevabından sonra hızla oturduğum yerden kalkarak mutfağa yöneldim.

"Senin Murat’tan başka bir arkadaşın var mı Caner?"

Sorduğu soru ile daha çok gerilmiştim.

"Hayır. Tek arkadaşım Murat biliyorsun."

"Yeni biriyle tanışmadın yani öyle mi?"

Kesin bir şeylerden şüphelenmişti. Elimde ıhlamur kavanozu ile arkamı döndüğümde annem tekerlekli sandalye ile tam karşımda duruyordu.

"Cevap vermedin."

Gülümsemeye çalışarak konuştum.

"Biriyle tanışmaya fırsat bulamadım ki anne."

Aniden bacaklarına sarılı olan battaniyeyi hızla yere savurdu.

Gözümü battaniyeden anneme çevirdiğimde elinde tuttuğu silahı görerek sırtımı tezgaha yasladım.

"Sen ne zamandan beridir yalan söylüyorsun Caner?"

"Anne ne yapıyorsun?"

Eğer salağa yatarsam inanır diye umuyordum.

"Üzgünüm Caner ama bunu yapmak zorundayım. Soylarının devam etmesine izin veremem."

Her şeyi çözmüştü. Artık salağa yatmanın bir anlamı yoktu. Hızla önünde diz çökerek elindeki silahın namlusunu tutup alnıma dayadım.

"Sorun yok anne, eğer büyücülerin soyunun tükenmesi senin için bu kadar önemli ise ben ölmeye razıyım. Annemin önemsediği şeyi ben de önemserim. Yaşamım boyunca bu dünyadaki tek tesellim ölümümün annemin elinden olması olacaktır."

Annemin elinin titrediğini hissediyordum. Ben gözlerimi kapatıp ölümümü beklediğim anda karnımda hissettiğim hareketlenme ile yüzümü buruşturdum. Karnımda o kadar fazla hareket ediyorlardı ki elimi karnıma bastırarak gözlerimi daha çok yumdum.

Artık başka çaresi yoktu bugün ya ölecektim ya da kurtulacaktım. Kurtulmaktansa ölmeyi tercih ederdim. Böylelikle lanetten kurtulmuş ve özgürlüğüme kavuşmuş olurdum...