Caner'in ağzından


Annemin elinin titrediğini hissediyordum. Ben gözlerimi kapatıp ölümümü beklediğim anda karnımda hissettiğim hareketlenme ile yüzümü buruşturdum. Karnımda o kadar fazla hareket ediyorlardı ki elimi karnıma bastırarak gözlerimi daha çok yumdum.

Artık başka çaresi yoktu bugün ya ölecektim ya da kurtulacaktım. Kurtulmaktansa ölmeyi tercih ederdim. Böylelikle lanetten kurtulmuş ve özgürlüğüme kavuşmuş olurdum...

Silahın düşme sesini duyduğumda gözlerimi açarak annemin yüzüne baktım. Göz yaşları yanaklarından süzülürken boşta kalan eli titriyordu. Dayanamayarak anneme sarıldım.

Sarılmamla birlikte hıçkırarak ağlamaya başladı. Kafasını okşayarak kendine getirmeye çalıştım ama ağlaması daha da şiddetlendi.

"Caner, ben çok kötü bir anneyim. Benim yüzümden lanetlendin ama ben sanki hiç suçum yokmuş gibi seni öldürmeyi düşünecek kadar kötü bir anneyim."

Saçlarını okşamaya devam ederek konuştum.

"Kendince sebeplerin vardı. Sorun değil. Sen beni öldürsen de ben seni sevmeye devam edeceğim."

Ağlaması daha da şiddetlenince ellerimle göz yaşlarını silerek konuştum.

"Ağlama anne lütfen."

Burnunu çekerek konuştu.

"Zor oluyor mu?"

Bunu sorarken gözü ile karnımı işaret etti.

"Hayır, hiç bir şey hissetmiyorum."

Daha fazla ağlamaması için yalan söylemekten başka çarem yoktu. Şu an da karnımda adeta 3. Dünya Savaşı çıkmış gibi hissediyordum ama belli etmemek için yutkundum.

"Caner, kaçabildiğin kadar uzağa kaçmalısın. Her yerde seni arıyorlar. Büyücülerin soylarının devam etmesine ne kadar karşı olsam da sana zarar gelmesi beni mahveder o yüzden yaşamalısın oğlum."

Yutkundu.

"Yaşayacağına söz vermeni istiyorum."

Başımla onayladım.

"Şimdi gitmelisin."

"Ama daha yeni geldim."

"5 dakika sonra senden bir haber var mı diye sormaya gelecekler. Gitmelisin o yüzden."

"Tamam ama sen de söz ver. Ben bu laneti başımdan def edince evime geldiğimde seni evde görmek istiyorum."

Annem başını sallayınca onu Yanağından öperek evden çıktım.

Çıkmaktan başka çarem yoktu ama gözüm arkada kalmıştı.

Ben arkama baka baka ilerlerken aniden biri ile çarpıştığımda önüme dönmek zorunda kaldım.

"Böyle kazalar hep geriye bakarken olur. İleriye bakmaya başladığında daha temkinli yürürsün."

Cansu'nun verdiği nasihat üzerine onun peşinden ilerlemeye başladım. O sırada karnımda yeniden bir hareketlenme hissedince rahatsız hissederek elimi istemsizce karnıma götürdüm. Elimle bile hareketi hissedebiliyordum.

Neden bu kadar hareket ediyorlardı ki?

Derin bir nefes alarak konuştum.

"Cansu?"

Adının ağzımdan soru sorar gibi çıkması ile Cansu, ilerlemeyi bırakarak bana doğru döndü.

"Çok fazla hareket ediyorlar."

Söylediğim şeyle hızla yanıma doğru koşarak elini karnıma koydu. Yaptığı bu hareket nefesimi tutmama sebep olmuştu.

"Gerçekten çok fazla hareket ediyorlar."

Gözlerim Cansu'nun gülünce yanağında oluşan gamzesine takılmıştı. Onu tanımaya başladığımdan beri ilk defa güldüğünü görmüştüm. Gülünce ne kadar güzel olduğunun farkında mıydı acaba?

Aniden ne yaptığımı idrak ederek gözlerimi ondan kaçırdım. Ona böyle duygular hissedemezdim, hissetmemeliydim. O beni lanetleyen kadının kızıydı. Onu sevmemeliydim.

Bu düşüncelerle birlikte hâla karnımda olan elini tutarak karnımdan çektim. Elini tutmak bile kalbimi hızlandırmıştı. Aklımda ki bu düşüncelerden kurtulabilmek adına aklıma gelen ilk soruyu soruverdim.

"Çok küçük değiller mi? Hareketlerini hissetmem olanaksız."

Cansu'ya bunu sorarken onun yüzüne bakmamıştım. Ona karşı hissettiğim duygular ondan utanmama neden oluyordu.

"Büyücüler küçükken bile hareket ederler. Ayrıca eğer karnında bir tane bebek olsaydı zaten hissedemezdin ama 10'u birden hareket ediyor. Bu yüzden hissetmen normal."

Haklı olduğunu düşünerek onu başımla onayladım ama hâla yüzüne bakamıyordum.

"Gülüşüm gerçekten o kadar güzel mi?"

Aniden sorduğu soru ile tükürüğüm soluk boruma kaçtığı için öksürmeye başladım. O da Sırtıma vurmaya başlamıştı.

Zar zor kendimi toparlayarak Cansu'ya baktım.

Eğleniyor gibi bir hali vardı ve gülüşü daha çok genişlemişti.

"Dişlerini fırçalamıyor musun sen? O dişlerde çok gülmemelisin."

Cansu, daha çok gülerek konuştu.

"Bu kadar mı etkilendin gülüşümden?"

Düşünmemeye çalışarak kafamı ellerimin arasına alıp konuştum.

"Kafamın içinden çık artık."

Bu sefer kahkaha atmıştı.

"Beni güzel bulan ilk insansın herhalde."

Söylediği şeyle şaşkınca yüzüne baktım.

"İnsanlar genelde bana ucube der."

Ucube mi? İnsanlar bunun anlamını biliyor mu ki?

"Bilmem, sen biliyor musun?"

Yine düşünceme cevap verince kısa bir süre aramızda sessizlik oluştu.

Sessizliği bozarak konuşmaya devam ettim.

"Sana bunu söyleyen insanlar seni hiç gülümserken gördü mü?"

Yüzü kızarmıştı ve bu benim nedense hoşuma gitmişti.

"Nasıl gülümsüyorum ki ben?"

Bu soruyu beklemiyordum. Yavaşça yanına yaklaştığımda nedense kalbinin sesini duyduğumu hissettim. Ben böyle düşününce hızla geriye doğru adım atmaya başladı ama ayakları birbirine dolanınca düşmesini engellemek için onu kolundan tutarak kendime doğru çektim.

Onu kendime doğru çektiğim için burun buruna gelmiştik. Nefesini tuttuğunu hissedebiliyordum. Beni hızla iterek kendinden uzaklaştırdı.

"Hevesini kırmak istemem ama ben seni lanetleyen kadının kızıyım. Bana karşı bir şey hissetmesen iyi edersin. Bu doğum gerçekleştikten sonra aramızda hiç bir bağ kalmayacak."

İçinde hiç bir duygu olmayan cümleleri tek seferde sıraladığında alayla cevap verdim.

"Sana karşı bir şey hissetmiyorum merak etme. Sadece yaşadığın yeri ve yaşama şeklini görünce sana acıdım. Acıma duygumu başka bir duygu ile karıştırma. Hadi artık gidelim."

Nedense bu söylediklerim pek inandırıcı gelmemişti ama Bozuntuya vermeyerek ilerleyemeye başladım.

O da beni takip etmeye başlayarak konuştu.

"Yurtdışına çıkmamız lazım. Burada tehlikedesin."

Başımla onayladım. Karnımın guruldama sesini duyunca Cansu'nun duymamış olmasını umarak ilerlemeye devam ettim.

"Önce bir şeyler yiyelim sonra da ben New Yorkta ki bir pansiyonu arayıp rezervasyon yaptırırım."

Söylediği şeyle Karnımın gurultusunu duyduğunu anlamıştım. Bozuntuya vermeden ilerlemeye devam ettim.

Lokantaya girdiğimizde garson yanımıza gelerek ne yemek istediğimizi sordu. Cansu yine beni şaşırtmamıştı.

"Masayı donatın lütfen."

Garson garip bir bakış atarak içeriye gittiğinde ben de fısıldayarak konuşmaya başladım.

"Böyle demesen olmaz mı? İnsanlar bizi yamyam zannedecek."

"Değil misin zaten?"

"Hem suçlusun hem güçlü. Senin annen yüzünden yamyam muamelesi görmek zorunda mıyım?"

"Annem hakkında doğru konuşsan iyi edersin."

"Neden? Sen benim annem hakkında çok mu doğru konuştun."

Ortam yeterince gerilmişti. Yemekler geldiğinde Cansu ile iletişimi keserek sadece yemeğe odaklandım. İkimizden de çıt çıkmıyordu. En sonunda bütün tabaklar boşalınca elimi cebime atıp cüzdanımı çıkarttım ama içinde yeteri kadar para olmadığını görerek şansıma sövdüm.

"Sen otur ben hesabı ödeyip geliyorum."

"İşe girsem fena olmayacak. Sürekli hesabı ödemenden rahatsız oluyorum."

Cansu kahkaha atarak konuştu.

"İşe girmek mi? Yalnız erkekler için doğum izni yok haberin olsun."

Ah, harika. Unuttuğum gerçekle birlikte sustum ve masadaki boş tabaklarla bakışmaya başladım.

Ben tabaklarla bakışırken Cansu da hesabı ödeyip telefonla konuşarak yanıma geldi ve gözleriyle kalkmamı işaret etti. Dediğini yaparak kalktım ve lokantadan çıktık. Telefonu kapatarak bana doğru döndü.

"2 kişilik pansiyon ayarladım. Bu akşam yola çıkacağız."

Başımla onayladım.

"Caner!"

İsmimi duymamla sesin geldiği yere doğru döndüm.

"Murat!"

Murat, koşarak yanıma geldi.

"Nerelerdeydin bunca zamandır?"

O sırada gözü yanımda duran Cansu'ya kaydı.

"Sen o kız değil misin?"

Cansu omuz silkerek bana döndü.

"Kısa tutun konuşmanızı. İleride bekliyorum Caner."

Başımla onaylayarak Murat'a döndüm.

"Oğlum ne iş? Ben görmeyeli evlendin mi?"

Saçlarımı karıştırarak konuştum.

"Ne evlenmesi Oğlum?"

Daha fazla açıklama yapamadım. Ne diyeceğimi bilemiyordum.

"Sen bir dursana şöyle."

Bir iki adım geriye giderek elini kamera şeklinde yaptı.

"Sen kilo mu almışsın? Senin kasların nerede lan?"

Of, beni en zayıf noktamdan vurmuştu. Şimdi ben buna ne diyecektim?

"Ben kendimi saldım ya. Kas yapmanın bana göre olmadığını fark ettim."

Bu söylediğim yalana ben bile inanamamıştım.

"Oğlum senin için kasların en önemli faktördü lan. Bu kız sana ne yedirdi de böyle şiştin sen?"

"Abartma be o kadar şişmedim daha."

Yanıma gelerek yumruğunu karnıma geçirdi.

"O kadar şişmişsin ki karnın içeriye çökmedi bile."

Karnıma giren sancı ile iki büklüm olmuştum ama o yumruğundan dolayı böyle olduğumu düşünerek konuştu.

"Yapma be o kadar sert vurmadım."

Bu yumruk bana göre de fazla sert değildi ama karnıma saplanan sancı kıvrandırıyordu.

"Sen ne yaptın?"

Cansu yanıma koşarak konuştu.

"Ben bir şey yapmadım. Bu bizim şakalaşırken yaptığımız bir hareket. Caner oğlum bir şey söylesene."

Acıdan dolayı konuşamıyordum. En son hatırladığım şey Cansu'nun elini karnıma yerleştirmesi idi. Gerisi karanlık...