Caner'in Ağzından
Duyduğum sesler ile birlikte gözlerimi zoraki aralayarak etrafıma bakındım. Görüş alanıma kimse girmeyince hızla yattığım yerden doğruldum ve Cansu'yu yerde boğazını tutarken gördüm. Panik içerisinde yataktan kalkarak Cansu'nun yanına koşunca renginin mosmor olduğunu fark ederek dehşete düştüm.
"Cansu?"
Elleri ve ayakları buz gibiydi ve çırpınarak boğazını tutuyordu. Nefes alamadığını fark ederek hemen suni teneffüs yapmaya başladım. Şu durumda başka ne yapılabilirdi ki zaten?
Bir kaç saniye suni teneffüs yaptıktan sonra dudaklarından uzaklaşarak yüzüne baktım. Rengi normale dönmeye başlamıştı.
"Cansu..."
Eli ile yakamı sıkarak konuşmaya çalıştı.
"Caner..."
Elini tutarak sözünü kestim.
"Önce kendine gelmeye çalış. Zorlama."
Cansu gözlerini kapatınca yanağından süzülen göz yaşını görerek yutkundum. Neden bir anda böyle olmuştu?
Aklımdaki sorularla Cansu'nun kendine gelmesini bekliyordum.
Gözlerini açarak bana baktı.
"İyiyim korkma."
Sesi normale dönmüştü ama ben hâla tedirgince bakıyordum. Daha fazla dayanamayarak konuştum.
"Ne oldu birden?"
Omzumdan destek alarak yattığı yerden doğruldu. Birden sarılınca ben de tepkisiz kalamayarak karşılık verdim.
"Çok büyük bir tehlike ile karşı karşıyayız."
Sırtını sıvazlarken sordum.
"Lütfen anlat, sorun her ne ise bilmek istiyorum."
Benden ayrılarak anlatmaya başladı.
"Bu lanetten kurtulmanın tek yolu annemin ruhunu yok etmek. Annem sana yardım ettiğimi ve bu lanetten nasıl kurtulacağımızı öğrendiğimi anlayınca beni cezalandırdı. Annemin yok olması bu lanetten kurtulmanın tek yolu."
Bunları söylerken nefes almadan tek nefeste söylemişti ama benim aklımda bir soru oluşmuştu.
"O senin annen ama sen onun ruhunu yok etmek istiyorsun. Bu senin için zor bir karar değil mi?"
"Senin şimdi beni düşünecek halin mi var Caner?"
Diyerek gözü ile karnımı işaret etti. Haklıydı. Hiç kimse benim şu an içinde bulunduğum durumda olamazdı. Derin bir nefes alarak konuştum.
"Peki bunu nasıl yapacağız? Annen eğer gerçekten bu dünyada bir ruh gibi dolaşıyorsa onu görmemiz imkansız değil mi? Ayrıca ben daha önce hiç ruh çağırma ayinine katılmadım. Nasıl çağrılır bilmiyorum."
"Onu çağırmayacağız merak etme. O kendisi gelecek."
"Nasıl bu kadar eminsin geleceğine?"
"Onun kendisinin gelmesini sağlayacağım. Eğer sen tehlikede olursan karnındaki bebeklere zarar gelecek korkusu ile ortaya çıkar ve sana yardım etmeye çalışır. Araştırmalarıma göre karnındaki bebekler dünyaya gelene kadar yaşaman için elinden geleni yapıyor."
Korktuğumu hissediyordum. Gerçekten nasıl bir işin içindeydim böyle?
"Artık New Yorkta kalmanın bir anlamı yok. Akşam ilk uçakla Türkiye'ye döneceğiz."
O sırada karnımdaki bebeklerden dolayı buranın keyfini çıkaramadığımı anımsayarak konuştum.
"Buraya geldik ama hiç saat kulesine gitmedik. Madem akşam uçağımız var oraya gitsek mi?"
Onu ikna etmek için gözlerimi gözlerine diktim. Cansu şaşkınlıkla yüzüme bakıp konuştu.
"Bu halde gerçekten gezmeyi mi düşünüyorsun?"
Haklıydı ama sürekli karnımdaki bebeklerden konuşmak istemiyordum artık.
Onun bu şaşkın halini fırsat bilerek yerde popomun üzerinde sürünerek yanına yaklaştım ve bütün kızlara yaptığım o çarpık gülüşü yaptım.
"Seni bir daha bulamayabilirim. Hazır yanımdayken bu fırsatı değerlendirmeliyim."
Bunu söyledikten sonra göz kırparak ayağa kalktım ve elimi ona doğru uzattım.
Yüzü kızarmıştı. Ben de bu durumdan aşırı keyif alıyordum. Elimi tutup ayağa kalktı ve beni süzerek konuştu.
"Tamam ama pijamalarla mı çıkacaksın? Malum kot pantolon beline olmuyor artık."
"Sorun değil. Önemli olan giysilerim değil zaten. Yanımda kimin olduğu."
Gözlerini kaçırdığı için deli cesareti ile elini tutarak odadan çıkardım.
Dışarıda bizi gören herkes garip bakışlar eşliğinde bize bakıyordu. Bunun sebebi pijamalı oluşumdu.
"Daha önce hiç bir erkek elimi tutmamıştı."
Söylediği şey ile yürümeyi bırakarak ona doğru döndüm.
"Peki daha önce benden başka biri ile öpüştün mü?"
Yüzü mümkünmüş gibi daha çok kızarınca gülüşümü saklamaya çalışarak konuştum.
"Peki..."
Elini hâla tutarken bir iki adımla aramızdaki mesafeyi kapattım.
"Daha önce hiç bir erkekle bu kadar yakınlaştın mı?"
Artık yüzüme bakamıyordu. Yere bakmaya devam ederek konuştu.
"Bunu yapmasan olmaz mı?"
Biraz daha yaklaşarak yüzlerimizi aynı hizaya getirdim.
"Neyi?"
Sesimin boğuk çıkmasına engel olamamıştım.
Ben inatla yüzüne bakmaya devam ederken, o inatla yüzüm dışındaki her yere bakıyordu.
Tam o sırada hızla elimi bırakarak beni omuzlarımdan itip kendinden uzaklaştırdı. Neden böyle yaptığını anlamayarak yüzüne bakmaya devam ettim.
"Bana yaklaşma, bir daha beni öpme, bir daha sakın elimi tutma. Anladın mı?"
Öfke ile yüzüme bakıyordu ama ben sanki o öfkenin altında başka bir duygu görüyordum.
Bana arkasını dönerek ilerlemeye başladığında ben de onu takip etmeye başladım. O kadar hızlı yürüyordu ki yetişmemi istemiyor gibiydi.
Bu hızla yaklaşık 10 dakika sonra saat kulesine ulaşmıştık. Saat kulesinin önüne oturmuş bir grup gitarla müzik yapıyordu. Müziğin melodisi insanın ruhunu başka alemlere götürüyordu.
Aklıma gelen fikirle yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamadım.
Cansu, saat kulesine doğru ilerlemeye devam ederken hızla bir elimle elinden tutup döndürerek kendime yaklaştırdım ve diğer elimle beline sarıldım.
Bu hareketimle gözleri ve ağzı şaşkınlıktan açılmıştı. Gülümsememi saklamak için yanağımı içeriden ısırarak kulağına doğru yaklaştım.
"Eğer buradan gideceksek saat kulesinin önünde dans etmeliyiz."
Başımı saat kulesine doğru çevirerek gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım.
"Bulunduğum durum ne kadar kötü olursa olsun senin gibi bir kızla burada olduğum için mutluyum."
Hafif hafif salınmaya başlamıştık. Cansu aniden ondan asla beklemediğim bir hareket yaparak ellerini boynuma doladı. Bu hareketi ile elini tutan elim bir süre boşta kaldı ama sonra o elimi de beline sararak salınmaya devam ettim.
Kokusu menekşe ve sümbülün harmanlanmış haliydi sanki.
"Neden bana aşık oldun?"
Beklemediğim bir soru ile bir süre cevap veremedim. Sahi neden aşık olmuştum?
"Sen herkese her an aşık olabilecek bir tipsin değil mi?"
Böyle bir tip değildim ama o öyle zannetmişti. Çünkü kimsenin onu sevebileceğine dair bir inancı kalmamıştı. Artık anlamıştım. Bu kız hayatı boyunca sevilmemişti.
Ellerini boynumdan ayırarak bir iki adım uzaklaştı ve alkışlamaya başladı.
O benden uzaklaşınca etrafımızda ellerinde kameralarla bizi çekmekte olan kalabalığı fark etmiştim.
"Sonunda anladın. Şimdi sana bir ipucu daha vereceğim. Hayatı boyunca sevilmemiş bir insan kimsenin sevgisine inanmaz. Sen beni değil, beni sevebilme ihtimalini seviyorsun. Evet ben hayatım boyunca sevilmedim ama sen de hayatın boyunca sevememişsin."
Kurduğu cümlelerin kalbimi dondurduğunu hissettim. Belki de haklıydı. Ben hiç sevememiştim. Peki öyleyse neden şu an farklı hissediyordum?
Ben bu düşüncelerle boğuşmaya devam ederken Cansu çantasını açarak içinden bir silah çıkarttı. Ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum.
Silahı karnıma doğrultarak konuştu.
"Üzgünüm."
Ve tetiği çekti. Elimi karnıma götürdüğümde kanamaya başladığını görerek yutkundum.
"Sana bir tavsiye, kimseyi sevmemeye devam etmelisin. Böylece incinmezsin."
Ben karnıma giren sancı ve kurşunun verdiği acı eşliğinde dizlerimin üzerine düşerek gözlerimi Cansu'nun gözlerine sabitledim.
"Üzgünüm, sanırım ben bu tavsiyede uyamayacağım. Öldüğüm için olsa gerek..."
Acının artmaya başlaması ile dişlerimi sıkarak cümlemi yarıda kestim. Sonra hiç bir şey hissetmiyormuş gibi gülümseyerek devam ettim.
"Gözüme daha bir güzel gözükmeye başladın."
Göz kırptım.
Cansu'nun yanakları ıslanmıştı. Elini ağzına götürerek hıçkırmaya başladı. Ben de acı iyice tüm vücudumu ele geçirdiği için yere düştüm.
Gözümden gelen yaşa rağmen yüzümde bir gülümseme vardı...