"Ayşe Hanımlar ağlamaz."


Gülümsedi. "Çocuklar ağlar, sen çocuk musun?" deyince ben, Ayşe Hanım "Sen nereden biliyorsun tüm bunları bakalım?" deyiverdi. Başımı az onun tarafına çevirip yukarı kaldırdım ve ardından bilmiş bir kahkaha attım.


Anneannemin odası arada bir kahkahalarla dolardı ve sonra yine Ayşe Hanım'ın o eşsiz tavrına bürünürdü. Bana sımsıkı sarıldı. "Ah anneanne..." Hep böyle yapıyordu. Eline tespihini alırken bastonunun ucuna takılıyor, oradan da yere kadar sarkıyordu. Onu her gördüğümde benim ona olan ihtiyacım kadar onun da bana ihtiyacı olduğunu anlardım. "Ayşe Hanım tespihini ben vereyim, yere düşüyor," dedim. Bana her zamanki gibi "Çok bilmiş kızım," dedi. Onu yanağından öpüp tespihini verdim. Pamuk ninemi her öpüşümde gözlerinin içi parlardı. Şimdi de olduğu gibi.


Pamuk ninemdi benim; kınalı saçları ve örgüsü vardı. Soluk kaşları altında gözleri bazen yaşlı, bazen gülerek, bazense bir yabancı gibiydi. Alnında kırışıklıklar, yaşı kadar, çizgiler; dudaklarında "Tadı nasıldı, güzel miydi?" sözcükleriyle sapasağlam duruyordu sekseninde. Elleri, en çok ellerini severdim. Bir an bile tespihini elinden düşürmezdi. Başımı göğsüne dayayınca sırtımı okşardı güzel ama çalışmaktan yitip gitmiş elleriyle. İki değnekli bir kadındı, seksen bire ramak kala...


Elinden tuttum, odasına geçtik. Odasına girince ilk olarak onun oturduğu tahta iskemle karşılar bizi, karşısında küçük televizyon; yalnızca TRT 1 yayınıyla. Odanın beyaz duvarları, bir adet penceresi vardır. Pencere size Trabzon'un yemyeşil yerlerini gösterir. Pencerenin kenarındaki berjer ise anneannemin oturup, saatlerce dışarıyı seyredip gözlerinden yaş süzülmesine sebeptir. Hele odaya birinin girmesiyle anneannemin gözlerinde asılı kalan yaşların canlanmış haliydim ben.


***


Ayşe Hanım her zamanki yerinde oturmuş, bastonuyla TV'nin açma tuşuna dokunuyordu. Uzun yıllardır görmediği, torununa benzettiği bir program sunucusu vardı. Pürdikkat kuzenime benzeyen o adamın sunduğu programı izliyordu. Yanına yaklaştım. Annemin onu yeni yıkadığı her halinden belliydi. Kınalı saçlarını güzelce tarayıp siyah bir lastik tokayla tutturmuştu annem. Saçlarındaki siyah lastiği çözüp büyük bir hevesle ördüm. Acaba eskiden o da benim saçımı örmüş müydü diye düşündüm. Daha genç bir yaştaydım. Çocukluğum, bundan birkaç sene önce, babamın annesi ile geçmişti. Yedi sene yatalak yatması, annemin ona bakması ve ölümü. Bir film şeridi gibi kaydı gözlerimin önünden. Anneannem seksen yaşındaydı. Küçük bir çocuk gibi ilgileniyordu ev halkı onunla. Ayrıca yatalak değildi ve bizimle konuşabiliyordu.


O gün yalnızca onunla vakit geçirdim, saati saatine... Ta ki anneannemin Samsun'a gitme günü gelene kadar. O an anladım koca bir karanlık içinde, yalnız ve savunmasız kaldığımı. Valizini toparlarken gözlerimdeki yaşlarla ıslattım saf beyazımı. Vücudumdan boşalan enerji iki dizimin ve elimin üstüne düşmemi sağlamıştı. Beni düştüğüm yerden kaldırıp "Baban harçlık verdi mi sana?" demişti. Başımı evet manasında salladığım halde belinde sakladığı kesesini çıkartıp bir miktar harçlık bırakmıştı avuçlarıma. Yaşlı gözlerle gülümsemiştim ona. Bu onu bir süreliğine son görüşümdü. Samsun'a dayımın yanına gidecekti.


***


"Ayşe Hanım, Trabzon simidi yiyelim mi?" dedim. Acıktığımı anlamıştı. Trabzon simidini çok sevdiğimi biliyordu. Zorla ona da bir tane verip karşılıklı yemeye başladık. Çocukken bana aldığı simitler gelmişti aklına. Gözlerindeki derin dalıştan anlamıştım bunu. "Ahmet'e gösterme, yoksa hepsini yer, iyi bir yere sakla." Bunlar tek tek hafızasından geçmişti. Hafifçe kıpırdandım. Simitlerimiz çoktan bitmişti. "Güzel güzel git, dayıma selam, hakkını helal et Ayşe Hanım," dedim. "Sen de kızım," demişti bana. Boynuna sımsıkı sarıldım ve nereden bilebilirdim; bu onu son görüşümdü... İçeri gidip eşyalarını getirdim. Ali dayıma uzattım. Pamuk ninem, namıdiğer Ayşe Hanım, hazırlanmıştı. Üzerime çeki düzen verip aşağıya onu yolcu etmeye indim. Ardından büyük bir gürültüyle kapandı odasının kapısı. Hava güneş ışınlarını serbest bırakmıştı. Aceleyle dayımın önünden yürüdüm ve arabanın ön kapısını açtım. Anneannem içindeydi. Ona sıkı sıkı sarıldım. Canı canımdan çok yanmış gibiydi. "Bir şey yok Ayşe Hanım, iyiyiz ve yakında yine görüşeceğiz," dedim. Ama iyi değildim. Anneme baktım, ağlıyordu. Saçlarının örgüsü yeşil yazmasından aşağı dökülmüştü. Anneannem elimi tuttu, dayım "Allah'a ısmarladık," dedi.


Boşluğun içindeydim ve karşımda dayımın arabasıyla gittikçe uzaklaşan seksen yaşındaki anneannem ve gencecik kız çocuğunun bir haziran ayında okullar bitip de yaz tatili için eve dönüşünde anneannesinin, namıdiğer Ayşe Hanım'ın, vefat ettiğini öğrenmesiyle gözlerinden akan yaşlarla yıkılmasını seyrettim.



*İlk öykü denemem. Amatör bir şekilde yaşanmışlıkları öyküleştirmeye çalıştım.

*Fotoğraf: Anneannemin köy evi.