Kitap adını İsmet Özel’in “Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak” adlı şiirinin son dizelerinden alır.
Neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı
Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak.
Roman siyasal hiciv, politik ironi romanıdır. Yazar, okuyucuyu uyarmak, uyandırmak ister. Bu bağlamda düşündüğümüzde kitabın adının alındığı şiirde de uyandırma amacı olduğunu görürüz. Yazar hicvini alegorik bir şekilde yapar. Romanda Yüksek Ülke ABD’nin, Sivri Adamlar emperyalistleri, Zedeler de mültecileri temsil eder. Kitap içindeki adlandırmalar da semboliktir. Örneğin Yamuk, karakter olarak da yamuktur. Zede yaralanmış demektir. Zedeler de savaşı görüp kaçtıkları zede yani yaralanmış olarak adlandırılırlar. Tipler üzerinden sembolleştirmeler de vardır. Yüksek Ülke’den gelen elçilere görünüşlerinden dolayı “Sivri Adam” veya “İnce Adam” denir. Bu tipler idealleştirilmiş Amerikan ve İngiliz tipidir.
Kitabın değerlendirilmesine geçmeden önce kitabın genel bir özetini yapmakta fayda var. Kitapta her bölüm Gülperi hakkında kısa anlatılarla başlar. Ardından Yamuk’un anlatımıyla adada yaşananlar anlatılır. Adaya Zahir adında bir yabancı gelir. Zahir, aşağı ada sakinlerindendir. Oradaki savaştan kaçarak romanın ana mekânı olan adaya sığınmıştır. Aşağı ada sakinleri, kitapta zede olarak adlandırılacaklardır, Zahir’in ardından akın akın bu adaya gelirler. Bir süre sonra adada karışıklıklar çıkmaya başlar. Yüksek Ülke’den yetkililer adaya gelir ve durumu kontrol altına alırlar. Kontrol altına almış gibi görünüp bu ada halkını da birbirine kırdırırlar. Keza romanın sonunda bıçak, pala gibi aletlerle dolu kamyonu adaya yollayıp adadan çekilmeleri amaçlarına ulaştıklarını gösterir.
Romanda üç anlatı akışı vardır: masallar, geçmiş zaman ve güncel zaman kurgusu. Geçmiş zaman kurgusunda Yamuk, yıllar önce adaya Gülperi’nin gelmesiyle yaşananları Ana’dan duyduklarına göre anlatır. Geçmiş zaman kurgusu gereğinden fazla masalsıdır. Güncel kurgu ile geçmiş zaman iç içe geçer. Ancak romanın ana mesajı güncel kurguda vuku bulur.
Romanda görülen sembolleri de dikkate alarak daha detaylı bir inceleme yapmaya başlayabiliriz. Dibace ve masallar romanda anlatılanlarla ilgili olup okuyanı olaylara hazırlar. Dibacede geleneksel yaşam; evler, doğa, insanların günlük yaşamı, birbirlerine olan bakışları anlatılır. Bir diğer deyişle insanın yeryüzündeki macerasını anlatır. Yazarın anlatımıyla:
“Her şey kendisiydi. Bir gün kan döküldü. Kan insanların gözlerine döküldü. İnsanlar kandan göremez oldu. İnsanlar kandan göremez olunca kandan başka bir şey görmez oldular. Kandan başka bir şey görmez olunca kan döktüler. Bu hikâye odur.”
Yazarın da dediği gibi bu hikâyede önceleri insanların birbirlerini gördüğü sonra da kandan, kinden başka bir şey göremez hale gelip kan dökmeleri anlatılır.
Birinci masalda Habil ile Kabil kıssasını anlatır. İnsanların kıskançlığının cinayete yol açmasının hikâyesidir. İkinci masal ise kadın, aşk ve ırkçılık üzerine kurgulanmıştır. Üçüncü masal ise mülkiyet duygusuyla kan dökme üzerine kurgulanmıştır. Her üç masal da okuyucuyu, dibacede yer alan “Bir gün kan döküldü. Kan insanların gözüne döküldü.” satırlarına götürür. Kıskançlık dolayısıyla kan dökme, Yamuk’un Korkor’u öldürmesi sonucu gerçekleşir. Kıral ve Gökadam arasındaki kavga sebebi kadındır. Saba’nın öldürülmesi ise mülkiyet duygusu sebebiyledir. Bu örnekler romanda masalların işlevini görmemizi sağlar.
Karga romanda leitmotiftir. Kötü bir şey olduğunda veya olacağında Yamuk kargaları görür. Ayrıca masallarda da karga motifi yer alır. Romanın daha başlarında Yamuk “Bir de karga geldi. Burda hiç olmaz karga.” der. Romanın sonlarında Yamuk daha fazla karga görmeye başlar. Çünkü adadaki huzur bozulmuştur ve kötü olaylar yaşanmaktadır.
“Bir de kargalar vardı. Kapkara. Üçtü beşti ya. Daha çoktu şimdi.”
“Çitlere, çitlere çatılmış kapılara kargalar kondu. Kara kara baktılar kargalar.”
Mülkiyet duygusunun işlendiği bölümden olan bu alıntılar, mülkiyet duygusunun getireceği felaketlerin habercisidir adeta.
Serinazman Irmağı, romanda önemli role sahip bir mekândır. Geçmiş zaman ve güncel zamanın kurgusunda da adaya gelenler bu ırmak üzerinden gelir: Geçmiş zamanda Gülperi, güncel zamanda zedeler ve Sivri Adamlar. İyiler de kötüler de ırmak vasıtasıyla gelir. Hikâyenin akışını değiştirirler.
Dibace ve masalın ardından Yamuk’un anlatımıyla ada, ada halkı, oradaki yaşam anlatılır. Burada alıntı yapabiliriz:
“Korkor’un dükkândaydım. Ama arka tarafında. Tarlalara bakar arka yan. İlerde ağaçlık başlar. Ağaçlar ırmağa kadar yürür, orada durur ki Serinazman başlar orada, hiç durmaz, dağı taşı döve döve akar. Ama böyle deyince ırmağa kadar düz gibi oldu. Buralarda düz bir yer yok. Kafamın sol arkasındaki çukur da ondan. Kafasında çukur olmayan yok zaten bizde.”
Yamuk adadaki insanları anlatırken bazıları hakkında kötü düşünür. Ancak burada bir ayrım göremeyiz. Aşağıdaki satırlar romanın devamında ada halkını Utu, utU ve zede olarak ayrılmasından önce ada halkının nasıl olduğunu anlamak açısından önemlidir.
“Adada beşten çok beş yüzden az insan, ığranıp duruyor. Hepsini tanıyorum. Kiminin yüzünü şeytan görsün. Kiminin baktığı sade şeytanın yüzü. Ama kimi de şeytana sırtını dönmüş gibi bakar. Kimi de bakmaz ne bir şeye ne bir yere, sadece yer, içer, yaşar.”
Aşağı adadan Zahir adında biri gelir. Orada savaş olduğunu, herkesin öldüğünü, bu nedenle kaçtığını söyler. Yamuk Zahir’e yardımcı olur, arkadaş olurlar. Zahir’i Yamuk tarafından bulunması önemlidir. Yamuk’un da nereden geldiği belli değildir. Yamuk Zahir’in geldiği akşam dükkândan çıkarken kapıyı kapatıp çıkar. Adadaki dükkân ve evlerde kilit yoktur. Çünkü buna ihtiyaç yoktur. Kitapta bu şekilde anlatılır:
“Bahçe bizim dükkânın arka bahçesi ama bizim değil. Dağlar bizim mi, aşağıdaki ırmak bizim mi? Her yer de bizim değil ya. Ama dükkânı kapattım. Kapattım da dükkânların hiçbirinde kilit yok. Girse içeri girer. Bir şey çalar mı? Utandım bunu düşününce. Ne çalacak, hayallerimi mi çalacak? Yok ki.”
Kitabın ilerleyen bölümlerinde kilit takmak zorunlu olunca Yamuk gece dükkânda kalırken kapının arkasına sopa sıkıştırma ihtiyacı hisseder.
Züccaciyeci Jar Bey Zahir’i hırsızlıkla suçlar. Bu durumda ada halkı Jar Bey’i hatalı bulur. Ada halkının zedelere ilk tutumları olumludur. Yardımcı olmaya çalışırlar. Zahir’den sonra birçok zede adaya gelir, onlara ev yaparlar. Bu kitapta şöyle anlatılır:
“Beştiler, yedi oldular. Topal’a bir de kör eklendi, sekiz oldular. Ama dört aylar yağmurları başlayınca çok fena olur buralar, bir de dam lazım dedik. Tahta kestik üç beş kalasından, köşelerden havaya diktik, tepesine bir dam kondurduk, aralarına naylon gerdik, oldu bunlara ev. Sekiz oldu on sekiz, oldu sonra yirmi sekiz, sığmaz oldular eve. Yanına bir tane daha yaptık. Sonra mırıltılar artmaya başladı.”
Korkor Zahir’i dükkânın içinde yakalar. Bunu başkalarına anlatınca Zahir hırsız olarak aranır. Bir süre ortalıkta gözükmeyince Yamuk endişelenir. Kısa bir süre sonra öldürüldüğünü öğrenir. Zedelerle birlikte karmaşa ve ölüm de gelir.
Vali Bey zedelerin gelmemesi için önlemler alır, Karakol Bey de uygulamaya koyar. Ancak yine de gelenler olur. Bir gün Yüksek Ülke’den bilinmeyen kişiler gelir. Yamuk daha sonra Sivri Adamlar olarak adlandıracağı elçileri şu şekilde anlatır:
“Elçiymiş bu. Nasıl gösterişli. Bizim bacaklar kısadır. Bunun uzundu. Bizim burunlar küttür. Bunun sivriydi. Bizim renkler koyudur. Bunun açıktı. Saçlar karadır bizde. Bunun beyazdı. Tam da beyaz değildi. Sarı beyaz arasındaydı. Gümüşle altın karışmış gibiydi. Bizde bıyık vardır hep, bunda yoktu, soyulmuş patates gibiydi çenesi, burnunun altı, yanağı.”
Yüksek Ülke elçilerinin yardımcıları Vali Bey ve Karakol Bey’dir. Ada sakinleri, Yüksek Ülke’den elçiler gelince sevinirler. Bu elçilerin amacının iyi niyetli olmadığının farkında değillerdir. Kıral hariç. Kıral, elçilere karşı çıkar. Karşı çıkmasının cezası ölüm olacaktır. Kıral, elçiye aşağıdaki sözleri sarf eder:
“Kıral dinledi dinledi, lafa girdi ama önce kocaman bir kahkaha attı. ‘Ulan’ dedi, ‘adamların ülkelerinde adamların taşı toprağıyla, adamların iş gücüyle yaptığınız evleri adamlara bir ömür çalışma karşılığı sattınız be,’ dedi, ‘fabrika ne fabrikası, orada değerli ne varsa onu işleyip kendi ülkenize götürüyorsunuz, bunlar bok içinde, açlık içinde debeleniyor, kendi taşını sizin için çıkartmak için ölüyor, noluyor lan?”
Kıral’ın bu radikal çıkışına ada ahalisi nasıl tepki vereceğini bilemez. Kimi haklı bulur kimi haksız ancak çoğu arada kalır. Ada ahalisi roman boyunca arada kaldıkları için Yüksek Ülke’dekiler adada etkili olabilmiştir.
Kıral’ın en radikal çıkışı Sivri Adam’ın tohum dağıtacağı sırada zedeleri ada ahalisinden ayırmasının ardından söyledikleridir. Sivri Adam’a göre adada iki halk yaşamaktadır. Kıral buna itiraz eder ve “Burada iki halk filan yok, biz bir halkız, zaten bir avuç insanız.” der.
“Birbirlerini öldürmeden çalışsalar canınıza minnet ama isyan edenler oldu diye savaş çıkartıyorsunuz ki, barışı da getiren olup güçlenin. Savaşı da siz satıyorsunuz, barışı da, o an hangisi daha çok ediyorsa,” dedi Kıral.
Kıral’ın bu cümlesi son cümlesi olur. Fırtınasız bir akşamda bahçesindeki ağacın dalının kırılıp üstüne düşmesi sonucu ölür. Doğrusu Sivri Adamlar tarafından öldürülür. Ahali Kıral’ın ölümüne şüpheyle yaklaşsa da bu mesele haline gelmez, unutulur. Kıral’ın son cümlesine dönecek olursak, Yüksek Ülke’nin ABD’yi, Sivri Adam’ların ise emperyalistleri temsil ettiğini belirmiştik. Yazar Kıral’ın ağzından adeta ABD’nin politikasını özetler.
Kıral kadar radikal bir çıkış yapmasalar da Yüksek Ülke’nin amacını ve ne yapmaya çalıştıklarının farkında olan kişiler Ana ve Korkor’dur. Zahir’in gelişiyle ilgili konuşurlarken Ana “Yüksek Ülke daha önce geldi aslında. Nifakı onlar soktu. İş karışınca herkes birbirine girince toptan geldiler. İşi öncesinde bulandıran da kendileriydi.” der. Aşağıdaki alıntıda Ana, Kıral’ın söyledikleri hakkında düşündüklerini söyler:
“Bu uzun bacaklılar, siz burada iki halk yüzyıllardır barış içinde yaşadınız deyince,” dedi, “Kıral yok öyle bir şey diye efelendi.” “Halt etmiş, biz bin yıldır burdayız, iki kişiden türedik. Anamız babamızın kaburgasından indi. Hatta iki evlatlarından biri diğerine kıydı da fıtratımızı bildik. O günden beridir aklımızı aldık başımıza. Aynıyız hep. Fakiriz diye buraya gelip yerleşen bir yabancı bile olmadı. Nereden türeyecek iki halk. Hep yazıyor orda,” dedi.
Ana ayrıca tüm insanların Hz. Adem ile Havva’dan türediğini söyleyerek metinlerarası ilişki kurar. İnsanların Habil ve Kabil kıssasından ders aldığını da belirtir.
Farklılıklara rağmen barış içinde yaşama Sivri Adamlar tarafından sürekli tekrarlanır ve vurgu yapılır. Ana ve Kıral’ın dediği gibi aslında bu halklar farklı değildir. Ancak Sivri Adamlar “farklılıklarına” rağmen barış içinde yaşadıklarını söylerken ada ahalisine farklı olduklarını benimsetirler.
Kıral’ın ölümünden ya da öldürülmesinden sonra Sivri Adamlar onu düşman ilan etmek yerine kahraman ilan ederler ve okulun önüne heykelini dikerler. Fazla sorgulamayan ve önemli olayları mesele haline getirmeyen ada ahalisinin zihnini bulandırarak farklı bir Kıral portresi çizerler. Kıral’ın Yüksek Ülke’nin değerlerini benimsediğini ve yeni kuşaklara bunu aktarmayı görev bildiğini söylerler. Ada ahalisi Kıral’ın Sivri Adam’lara karşı çıktığını hatırlarlar ama bunu da mesele haline getirmezler. Kitabın ilerleyen sayfalarında “Kıral demokrasi ve barış bayramı” ilan edilir.
Yüksek Ülke’nin ABD’yi temsil ettiğini düşünerek aşağıdaki satırları okuduğumuzda Amerikan Rüyası fikrini görebiliriz:
“Orada insanlar yamuk kafalılığa bile hiç aldırmazmış. Herkes eşitmiş. Mutlu ve tokmuş herkes. Herkesin evi barkı varmış. Herkes sevdiğine kavuşurmuş, köpek beslermiş, şapka takarmış, bahçesine çiçek ekermiş.”
Kitapta Zedeler ve Yüksek Ülke elçileri gelmeden önce cinayet işlenmez. Zahir’in ölümüyle başlayan cinayetler kitap boyunca devam eder. Zedelerden bir kadını ada ahalisinden birinin öldürdüğü dedikodusunu duyunca aşağıdaki cümleyi kurar.
“Burada bin senedir öyle şey olmamış, şimdi niye olsun.”
Romanın devamında işlenen cinayetler, hatta bu cümleyi kuran Yamuk’un kardeş olarak büyüdüğü Korkor’u öldürmesi Yüksek Ülke’nin yani ABD’nin ve emperyalizmin birlikte huzurla yaşayan insanların aklını nasıl bulandırdıklarının simgesidir.
Yağmur’un kitap boyunca tekrarlanan bir motif olduğunu belirtmiştik. Yamuk, adada yağmurların başladığı zaman dört ay boyunca yağdığını defalarca tekrarlar. Yağmur, bereketin sembolüdür. Adada karışıklar çıkmaya başlayınca yağmurun yağmaması, Yamuk’un yağmur her şeyi düzeltecek gibi yağmuru beklemesi dikkat çekicidir.
Sezai Karakoç’un bağımsızlığını elde eden Tunus’un Fransızlara karşı yürüttüğü millî mücadele temasını işlediği Ötesini Söylemeyeceğim şiirinde de yağmur leitmotiftir. Şiir “Kırmızı kiremitler üzerine yağmur yağıyor” dizesiyle başlar. Yağmur bütün şiir boyunca bir ortam oluşturucu, “Bay Yabancı”lar ve askerlerinin kirlettiği duruma karşı koyuş ruhunu yeşertici metafizik yardım olarak tekrarlanmıştır. Bu bağlamda bu romanda ada halkı emperyalistlere karşı direnmediği için yağmur yağmadığını düşünebiliriz.
Yüksek Ülke’den adaya yardım yapılacağı söylenir. Bu yardımlar ABD’nin emperyalist bir yaklaşımla gittiği ülkelere yardım götürmesini hatırlatır. Yüksek Ülke’den gelenler ada ahalisine sizin hayatınızda güzellik yok diyerek tohum dağıtacağını söyler. Tohum dağıtmak için ada ahalisi hakkında bilgi toplarlar, kafalarını ölçerler ve ona göre kimliklerine Utu ya da utU yazarlar. Bu ada halkını ayrıştırmanın ilk adımıdır. Daha doğrusu ada halkını önce zede ve ada ahalisi olarak ikiye ayırırlar. Ardından ada ahalisini de ikiye ayırırlar.
Korkor, Yüksek Ülke ve Sivri Adam’lara karşı bilinçli yaklaşan karakterlerdendir. Yer yer söylediği cümlelerle olayı daha iyi anlamamızı sağlar. Bu cümlelerden birisi şudur:
“Varlıklı, güçlü olunca kötülük yakışmıyor üzerine. İyidir diyor insan. İyidir bunlar, baksana o kadar zengin.” dedi. “Niye geldiler, niye tohum getirdiler, anlamadım. Kıral öldü, heykelini diktiler.”
Buradaki sorgulaması bile önemlidir. Çünkü ada ahalisi Yüksek Ülke’nin yaptıklarını çok sorgulamaz ve kabullenir.
Yamuk’un anlatımından okuduğumuz için Yamuk’un psikolojisini, zihninden geçenleri de anlarız. Yamuk ada halkı gibi kararsızdır. Bir Sivri Adam’lara hak verirken, bir onları sorgular. Kesin bir tutum içerisinde değildir. Çevresinde söylenenlerden etkilenir. Jar Bey, Ana ve Korkor ile birlikte yaşadığı evin Gökadam’ın yani onun dedesinin olduğunu söylediğinde etkilenir. Ana ve Korkor Utu, Yamuk utU olduğu için onlardan uzaklaşır. Korkor ile ilk kavgası tohum alma üzerine olur. Yamuk Jar Bey ve Dedebey ile aslında anlaşamaz. Ancak onlar da utU olduğu için ikisiyle de yakınlaşır. Yamuk’un zihninden geçenlerle ayrışmanın ilk tohumunun atıldığını görürüz. Yamuk, Dedebey için “Aynıyız biz işte, ondan, içten içe biliyordum demek ki.” der.
Ada halkını Utu ve utU olarak ayırdıktan sonra ada içerisinde siz-biz oluşur. Dedebey ve Yamuk Sivri Adam’ın yanına gidip neden onlara çalı tohumu verildiğini sorgularlar. Sivri Adam cevap verirken siz daha çoksunuz der:
“Selam,” dedim. Sırıttı güzelce. “Bu çiçekliler biraz zengin galiba. Bize hep çalı düştü,” dedim. Söyledim de, daha söylerken kulaklarımı ateş bastı. Güldü. “Siz de daha çoksunuz. Sizin gücünüz de bu,” dedi.
Yamuk ve Jar Bey, Dedebey tutuklandığında Karakol Bey’in yanına giderler. Duruma itiraz ettiklerinde Karakol Bey, “Sen utU’ydun değil mi Yamuk?” diye sorar. Yamuk evet deyince “Normal, siz utU’lar böylesiniz, hep bir itiraz, bir asilik.” diye cevap verir. Bu ada içerisinde ayrışmanın başarılı olduğunu gösteren cümlelerdendir.
Dedebey, Sivri Adam’ın amiriyle görüşmek ister. Ardından şu konuşma gerçekleşir:
Adam tebessüm etti. “Benim amirim yok, bizde demokrasi var, hepimiz eşitiz,” dedi İnce Adam. Dedebey yine döndü baktı. “Demokrasi var onlarda, hepsi eşit,” dedim. Demokrasi öyle bir şey değil ki,” dedi Dedebey. “Nasıl bir şey?” dedim ben. Dedebey tekrar bana döndü. “Halkın çoğunun şeyi demokrasi,” dedi. “Şeyi,” duraksadı biraz. “Halkın çoğu bu inektir derse kurbağa inek oluyor.”
Dedebey, adada bilinçli olan ve ses çıkaran bir diğer kişidir. Yüksek Ülke’den gelenlerin toplantılarına katılmaz. Ancak alıntıdaki gibi fikirlerini söylemekten çekinmez. Kıral’ın heykelini kırmaktan dolayı suçlanır. Bu suçlama geçmiş zaman kurgusu düşünüldüğünde mantıklı gelir. Geçmişte Dedebey’in Gülperi’den dolayı Kıral’ı dövdürttüğü dedikodusu yayılmıştır. Dedebey için kanun çıkartılır, yargılanır ve bir daha haber alınamaz. Yüksek Ülke onun yaptıklarını sorgulayan ve ses çıkaran kişileri ortadan kaldırır. Dedebey’in radikal çıkış yaptığı ve fikrini belirttiği cümleler şunlardır:
“Nifak sokuyorlar, ben sana diyeyim, nifak sokuyorlar. Sakatı da onlar öldürdü kesin. Zaten diyordum, bir iş var bunda. Ama Kıral’la husumetim eski ya, yok ya diyordum, sakatı niye öldürsünler. Ama uyandım meseleye. Kimsiniz lan siz dedi ya onlara. Bunlar ezdi başını. Hoşuma da gitti, oh dedim, öldü sonunda, gitti sonunda. Kurtuldum. Ama sonra gidip kahraman yaptılar, kendileri öldürmemiş gibi, Kıral onlara düşmanlık etmemiş gibi heykelini diktiler.”
Utu’ların çiçek tohumu renkli çiçekler açar, utU’ların ise kara bir çalı şeklinde açar. Çalı açanlar ve çiçek açanlar arasında arbedeler çıkmaya başlar. Olaylar Sivri Adam’lara kadar gider. Sivri Adamlar “Birlikte yaşamayı birbirinizin farklılıklarına saygı duymayı öğrenmelisiniz,” der.
Yamuk’un kararsız bir tutum içerisinde olduğunu belirtmiştik. Yamuk’un yer yer Sivri Adam’ları sorguladığı görülür. Örneğin bu cümleden sonra bir sorgulama içerisine girer:
“O zaman anladım. Ama bir şey sezdim galiba, anlamakla yetinmeyerek. Birlikte yaşamayı öğrenmelisiniz lafı sinir bozucu bir laftı. İçten içe öfke uyandırıyordu içimde.”
Yamuk’un bir diğer ve önemli sorgulaması Utu’lara vazo dağıtılırken utU’lara neden aynı hediyenin verilmediğini sorgulamasıdır. Burada Sivri Adam’lara Dedebey’i tutukladıkları için sinirlidir. Bu yüzden sesi daha gür çıkar:
“Hediyeleriniz aynı değil, Utulara başka size başka,” dedi. “Nasıl başka, niye ki?” dedim bilmiyormuş gibi. Arıza çıksın işte. Dedebey nerede diyemiyorum, bunu diyorum. “Sıradaki,” diye bağırdı. Şerefsiz. Adamın elini bile sıktı. Çok sinirlendim. “Niye başka, nasıl başka?” diye bağırdım.
Ancak Yamuk’un bu radikal çıkışı ciddi bir boyuta erişmez.
Ada ahalisinin çiçeğine bakılarak kimliğinde Utu mu, utU mu yazdığı anlaşılır. Çiçeklerle ada halkını ayrıştırma sembolleştirilir. Zedelere de tohum gelir. Zedelerin tohumları da renkli çiçek açar. Ancak Utu’larınki kadar görkemli değildir. Yani Zedelerin çiçekleri Utu ve utU’ların arasında yer alır. Çiçekten öte Zede’ler ikiye ayrılmış ada halkının arasında yer alırlar. Kitapta yer alan bir cümlede Zedelerin bu durumu metaforik bir şekilde anlatılır:
“İnceden gerildi. İp gibi. İki dalın arasında. Dallardan birine bağlandı bir ucu. Dallardan diğerine bağlandı diğer ucu. Dallar biraz eğrildi. İp biraz gerildi. Ortaya da Zedeler niyetine mandallar asıldı.”
Yamuk’un çiçeği kıskandığını fark eden Korkor çiçeğini Yamuk’a verir. Yamuk çiçeği alıp dükkâna gider. Dükkânın arkasındaki bahçede çiçeklerinin olduğu yere koyar. Sonra sinirlenip Yüksek Ülke’den verilen çiçekler ve ondan önce baktığı çiçekleri paramparça eder. Emperyalizmin bulaştığı topraklarda yaşayan insanların emperyalizm gelmeden önce var olan güzellikleri tahrip etmesi gibi Yamuk da çiçeklerini paramparça eder. Bu olayın anlatılmasının ardından aşağıdaki cümleler yer alır. Yamuk’un her şeyi fark ettikten sonraki pişman olduğunu aşağıdaki satırlardan anlarız.
“Bilmiyordum. Bu zamanı, bu olanı, bu yaptığımı, bu yaptığımın ardından oturduğum yerde saplanıp kalışımı bundan çok uzun yaşanan kısa bir zaman sonra hatırlayıp düşünürsem, dünya başka bir şey olacaktı, hatırlamayıp düşünmezsem dünya başka bir şey olacaktı. Bilmiyordum, ne bileyim.”
Yamuk, yağmurun başlamadığından yakınırken güncel zaman içerisinde geçmiş zamana döner ve eski bir zamanda dağdan sel inecek kadar yağmur yağdığını anlatır. Bu satırlarda “Korkuyla uyanmıştık.” kelimeleri hem birlikte hem de ayrı ayrı tekrarlanır. Buradaki uyanma emperyalistlere karşı uyanışı anlatıyor olabilir. Korkuyla uyanırlar çünkü içinde bulundukları durum korkulacak bir durumdur.
“Dedebey kötüydü, karanlıktı, çirkindi.”
Bu alıntıda Attila İlhan’ın Aysel Git Başımdan şiiriyle metinlerarası ilişki kurulur.
Zedeler mültecileri temsil ettiğini düşünerek aşağıdaki satırları incelediğimizde ABD ve Avrupa ülkelerinin izlediği mülteci politikasını görürüz:
Devam etti Dedebey kendi kendine; “Zedeler geldiler. Ondan mı acaba. Burada barış var. Zedeler geldi. Baktılar barış var. Duyan da gelecek. Oradakiler de diyecek burada niye barış yok. Ondan mı acaba. Bunlar da diyor ki gelmesinler, almayın bunları. Ama gün olsa, bu açlar Yüksek Ülke’ye gitmeye başlasa, bize derler ki, siz alın bunları, kapılarınızı açın. Biz size bakarız. Derler. Demezler mi, derler.
Ada ahalisi arasında çiçekten dolayı olaylar çıkmaya başlar. Birkaç utU bir Utu’nun evine saldırır, çiçeğini yolar. Dükkânların olduğu caddede Utu’nun biri yürürken düşünce iki Zede güler, sonra aralarında itiş kakış olur. Jar Bey Zedelere vurur, Jar Bey ile Utu arasında da itiş kakış olur. Buna benzer bir sürü olay olur. Bunun üzerine çit yapılma kararı alınır:
“Çit yapılsın kararı almışlar. Herkesin bahçesi belli olsun, alanı belli olsun, Utu, utU’nun alanına izinsiz giremesin. Öbürkü de onun alanına giremesin tabii. Utular memnun oldu.”
Üçüncü masal Habil ile Kabil kıssasını mülkiyet duygusu üzerinden yorumlanır. Bu bölümde çit yapılma daha sonrasında kilit takma kararı alınmasıyla mülkiyet duygusu işlenir.
Korkor’un çit yapılma kararı üzerine kurduğu cümleler olayın özünü anlamamız açısından önemlidir:
Bu çit, aslında alana yapılıyor değilmiş, kafanın içine yapılıyormuş. …… “Asıl bizim kafamızın içine çit çatmak bu,” dedi Korkor, çiviyi çakarken. “Sen ondan ayrısın diye belletmek kafaya,” dedi. “Niye orada söylemedin, çit yapılacak dendiğinde demedin madem?” dedim. Buna gülmedi. “Kıral gibi mi?” dedi. “Kıral da böyle konuşuyordu. Öldü sonra.”
Bu alıntıdan Korkor’un her şeyin farkında olmasına rağmen Yüksek Ülke’den, Sivri Adam’lardan korktuğunu anlarız. Yüksek Ülke Kıral’ı öldürerek kendilerine karşı çıkanlara korku salmıştır.
Yüksek Ülke’nin ikinci hediyesi Utu’lara vazo, utU’lara çekiç, Zedelere demir kesme makasıdır. Hepsi anlamsız görünse de belli bir amaca hizmet ederler. Utu’lara vazo verilir. Çünkü güzel çiçeklerini daha görünür kılıp utU’ları daha da kızdırmak isterler. utU’lara ise çekice benzer bir alet verilir. Bu, vazoyu kırabilecek bir alettir. O çekiçlerle vazolar kırılır ve karışıklık çıkar. Bunun üzerine Vali Bey, çitlere kilit takılma zorunluluğu kararının alındığını açıklar. Yan yana bulunan Utu ve utU evlerinin arasına duvar örülmesi kararı da verilir. Mülkiyet duygusu ve kıskançlık bu olaylarda hâkim olan duygulardır.
Sivri Adamlar Utu’lara hediyelerini verirken onlarla tokalaşır. Ancak utU’larla tokalaşmaz. Bu Yamuk’un dikkatinden kaçmaz.
Yamuk’un içine habis bir tohum ekilir. Bu habis tohum kindir. Arbede bile sevmeyen Yamuk ailesine bile kin beslemeye başlar. Kitabın başlarında okuduğumuz Yamuk ile ilerleyen sayfalarda okuduğumuz Yamuk oldukça farklıdır. Yamuk’un değişen düşünceleri adada yaşanan değişimin insanların zihnine yansımasıdır.
Ada ahalisinin kesin olarak üçe ayrıldığını aşağıdaki cümlelerden anlarız. Yamuk, herkesin ne anlama geldiğini düşünür:
Herkes gelecekse… Hem Utular hem de utUlar gelecek diyorlar yani. Herkes kim? Zedeleri de çağırıyorlar demek. Onlar da herkes.
Zedelere ikinci hediye olarak demir kesme makasının verildiğini söylemiştik. Bu hediyenin verilme zamanı manidardır. Kapılara kilit takma zorunluluğu getirildikten sonra Zedelere bu hediye verilir. Yüksek Ülke tarafından verilen her hediyenin bir maksadı, kötülüğe hizmeti vardır.
Kitabın sonunda Saba’nın bahçesindeki kilit kırılır, vazosu ve çiçeği parçalanır. Bir Zede’nin demir kesme makası olmadığı için o suçlanır. Saba ve üç Utu bu Zedeyi döverek öldürürler. Ardından bu dört Utu’nun bahçe kilitleri kırılır, vazo ve çiçekleri parçalanır ve Saba vahşice öldürülür. Saba’nın öldürülmesinde utU’lar da suçlanır. Herkes birbirine girer. Tam o sırada meydana Yüksek Ülke’den içi silah dolu bir kamyon bırakılır ve Sivri Adamlar adayı terk eder. Yüksek Ülke ve Sivri Adamlar amaçlarına ulaşmışlardır. Bir arada barış içinde, huzurla yaşayan ada halkını önce ayrıştırıp sonra birbirine kırdırmışlardır.
Yüksek Ülke ile sembolize edilen ABD’nin girdiği ülkelerde de hep iç savaş çıkarılmıştır. Yazar bu eserinde ABD’yi, emperyalistleri ve mülteci politikalarını alegorik bir şekilde eleştirmiştir.