Uzaklardan, uykulardan sana sığındım

Çizgilerine basmadan yürüdüğüm kaldırım taşlarının sayısını gelmediğin günlere tamamladım

Ruhumda açtığın yaraları, üzerimden çıkarmadığım hırka belledim.

El ele yürüdüğümüz sokakların adını aklıma kazıdım.

Ben sensizliği, ezberlediğim sokakların yolunu unutarak öğrendim.

Aynada kendimi göremezken, verdiğin acıları aşikar yaşadım.

Senin defalarca düştüğün o çamura, ben elimi sana uzattığımda düştüm.

Kaç kere düştüğünün bir önemi yokmuş.

Bir kere düşünce de yıkanmak gerekiyormuș.

Bu yüzyılda bir tek dertsiz insan kirini göremezmiş.

Benim ise de dertsiz günüm olmadı

Ama kendime ait derdim de olmadı.

Kalabalıkların içerisinde dertleștiğim tek kişi kendim.

Ben kendimi bir tek derdimi dinlerken aynada gördüm.

Bu gördüğüm yüzü derdimden başka kimse görmedi.

Alışamadım bu yüzyılların bilmem kaçına 

Çiçeklerim soldu.

Önce sevdiklerim sonra reçellerim eksildi soframdan.

Sessizlik sardı dört bir yanımı.

Ne bir çocuk neşesi ne bir sıcak gülümseme,

Yıllar olmuş bir çift güzel söz girmemiș kulağımdan. 

Anılarımla baş başa bu odada.

Tek duyduğum ses geçmişin fısıltısı.

Yaşanmışlıkların, belki de asla yaşanamayacakların uğultusu kulaklarımda.

İnsan yaşlandıkça bugünü çabuk unutur, geçmişini dün gibi hatırlarmıș. 

Rahmetli anneannem 5 dakika öncesini unutur da annemin doğumunu dün gibi hatırlardı.

Bazen de kendi kendine konuşurken bulurdum onu.

Meğer kendi kendine değil geçmişiyle dertleșiyormuș.

İnsanı geçmişinden daha iyi kim anlayabilir ki?

Ben bu soruya sen cevabını verebilirdim. Üzgünüm.