Deneysel, görsel ve benzeri farklı eserler ile eleştiri yazıları ve dosya konularındaki dinamik yapısıyla dikkat çeken Buzdokuz Şiir Teori ve Eleştiri Dergisi'nin 4. sayısı çıktı.




Dergi Bülteninden:


“Buzdokuz, kendi gündemini yapan şiiri, teoriyi ve eleştiriyi müjdeler. Kendi gündemini kendi yapan şiir diridir. Geleceği ancak, kendi yasalarını kendinden çıkaran, böylece mevcut algıları değiştiren bir şiir düşünülür kılar. Henüz yazılmamış fakat yazılması mümkün olanı bulur ve tasarlar. Buzdokuz, tasarlanırken hayali kurulabilen, bağlamını yanında getiren işler için ESC demişti: Hayriye Ünal, Ercan y Yılmaz, Muhammed Yusuf Aktekin’in şiirleri yanı sıra ESC’de Murat Üstübal bir görsel şiirle, Burak Ş. Çelik eleştirel bir montaj şiirle, Cansu Aybaş karartma şiir [blackout poetry] örneğiyle, Hakan Şarkdemir video şiir örneğiyle yer alıyor.


CTRL+A bölümünün şairleri şöyle: Osman Özbahçe + Zeynep Arkan + Atakan Yavuz + Mert Özden + Batuhan Durak + Asuman Susam + Ertuğrul Rast + Duygu Irmak + Cengizhan Genç + Yusuf Koşal + Ali Berkay + enderemiroğlu + Nihat Özdal + Vural Kaya + Abdurrahman Ekinci + Yavuz Altınışık. Buzdokuz, birbirini anlamaya yönelik bir dil teklif etmekle kalmaz, aynı zamanda düşünce ve sanatın verimlerini okura sunmayı da önemser: Bu bağlamda Prt Sc bölümünde Yusuf Koşal, şair, oyuncu ve asamblaj sanatçısı Benjamin Burke’ü bir şiiriyle okura tanıtıyor. Atakan Yavuz kavramsal denemelerin bölümü Space’te şair için alternatif profil önerileri sundu. Buzdokuz’da ilk kez açılan Enter bölümü, ölümünün ilk yıldönümünde [20 Mart] onu şiirle hatırlamak için Bülent Keçeli’ye ayrıldı. Alptuğ Topaktaş ve Petek Sinem Dulun, Keçeli’nin uzun süreli yoldaşı Murat Üstübal ile şaire dair bir söyleşi gerçekleştirirken Asuman Susam, Ümit Erdem ve Mikâil Söylemez Keçeli’nin kitaplarını incelediler.


Eleştirmenin Buzdokuz’daki mekânı Caps Lock’ta Burak Ş. Çelik, Nurullah Ataç’ın eleştiri anlayışını sorguladı. Zehra Tekin, Süleyman Sabri Genç’in Değirmen Kâhini kitabını eleştirel bir yazıda inceledi. Hasan Bozdaş, siyasi iktidar ve sanat bağlamında Buzdokuz’un şiir ve çıkarsızlık gündemini sürdürürken Ali Galip Yener Twitter çağında şiir kültürü üzerine bir yazı yazdı. Felsefe eleştirel bakmak demek; Caps Lock, Memduh Özdemir’in bakışından bir felsefe terimi Petitio Principii ile kapanıyor. Buzdokuz kapak söyleşilerinin yeri CTRL+S’de Alman şair ve romancı Kerstin Hensel var. Burak Ş. Çelik, Hensel’le Berlin’de buluştu, kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdi. Avangartkemikler bu sayıda Hasan Bozdaş’ın çevirisiyle Infolio fanzinin tıpkıbasımına ayrıldı. Özgür birlikteliğin neşesi Buzdokuz’un atölyesinde karekoddaki görsel ve sesli işler de okura sürpriz.”


Buzdokuz yenilikçi bir dergi. Kendi tabiriyle “ileri şiir”in peşinde. Bu yapısı nedeniyle eleştiri, teori ve şiire bir yenilik getirme iddiasında. Özellikle eleştiri ve dosya yazıları birikmiş, kangrene dönüşmüş konuları tartışmaya açması bakımından son derece önemli. Dergide yer alan şiirlerin çoğunda belli bir çıtanın korunduğu görülüyor. Bir şiir dergisi olmanın hakkını verdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Yurt dışından çeşitli isimlerle yaptıkları söyleşiler ve çeviriler de uluslar arası etkileşim ve farklı kültürlerde şiirin nabzını takip etmek isteyenler için güzel imkanlar sunuyor.




Şiirlerden Alıntılar:


Yeryüzünü takdir ediyorum

Lastik botlarla hayat değişirken

Denize doğru süpürülürken insan ilaçlı böcekler gibi

Selma’nın oğlu kafasına esince bana sırt çevirirken

Ben ortada öylece kalabilirim ne öne ne arkaya doğru ilerleyemeden


-Hayriye Ünal




Demek canın istedi ve vazgeçtin

Bir akşamüstü balığın kılçığını dişinle sıyırarak

Anlamını bulmuş gibi günlerin, kapanmış bir lambanın sıcaklığında

Tenini yakan bir şey oldu, aynı kılçık boğazında


-Zeynep Arkan




Ve sevgili yeni bir susma biçimidir yürümek

Yürüyoruz varılacak yer olmadığını bile bile

Doğruya ulaşmak için büyük yanlışlar yapıyoruz

Temassız sıyrıklarla dönüyoruz eve

Kolay bir hayat anlatmaya değmez diyerek

Gecenin adresini soruyoruz kör bir dilenciye

O bize kendi içimizi gösteriyor


-Atakan Yavuz




Maarî sen: esir-i mahbuseyn

sen mobile vulgus, vegabond nedir bilmezsin

ben sana ederi tariz tutan bir şeyler

bariz bir şeyler aradım çıkınları böcek dolu dergilerde


-Yusuf Koşal




Kan katmıyor damarıma katranla karılmış kiraz

Yerleşik düzen için kurgulanmış o secde

Taparcasına tanrıçasına tapmıyor

Kur başında bağdaş kurmuşların şalvarı

Kesmiyor ipeklerini metresinin beline.


-Yavuz Altınışık





Buzdokuz görüldüğü kadarıyla dijital olanla iyi ilişkiler kurmuş durumda. Teknolojinin getirdiği bütün imkanları şiirin lehine kullanma çabasında. Örneğin son sayıda İsmail Aslan, Musa Günerigök, Hasan Bozdaş, Alptuğ Topaktaş ve Nergihan Yeşilyurt’un seslendirme yaptığı, Youtube üzerinden yayımlanan "video cento" örneği bu çalışmalardan sadece biri. Centolar normalde müzik sektöründe gördüğümüz “mashup” tarzı çeşitli şiirlerden alınan kesitlerle oluşturulan derleme şiirlerdir. Video centoda birkaç isim bir araya gelerek seslendirme yapmış. Güzel bir çalışma ve umarım devamı gelir. Hakan Şarkdemir’in Gizli Dosyalar: Cengiz Düğün başlıklı çalışmasını da derginin Youtube kanalında bulabilirsiniz. Hayrine Ünal’ın çeşitli görsel ve dipnotlarla desteklediği şiiri de dikkat çekici.


Bununla birlikte görsel şiir, video şiir vb. eserleri yüksek sesle gündeme taşıması da bize tartışılması gereken başka konuları tekrar hatırlatıyor: Görsellik bunlardan biri mesela. Bugün neredeyse bütün haberleşme ağları bir sosyal medyaya dönüşmüşken, teknik tahmin edilemez bir hızla yoluna devam ederken şiir de bundan nasibini alıyor. İşin içine bir de görsellik girince şiir sadece sözle değil de mesela herhangi bir nesneyle, yazılımla, materyalle de icra edilebiliyor. Bir heykel tasarlıyorsunuz ya da bir fotoğraf üzerinde bazı oynamalar yapıyorsunuz ya da teknik bir malzeme üretiyorsunuz ve bu şiir oluyor. Yani en azından bunu iddia edenler var. Doğrusu güzel, insanı düşünmeye, kelimenin sınırlarını ve çağrışımlarını zorlamaya iten çalışmalar var. Ancak bunlara şiir demek sanırım abartı olur.


Malum, denilir ki: “Şiir bir söz sanatıdır.” Bu doğru fakat eksik bir tanımlamadır. Şiir esasen bir ses olayıdır. Bugüne dek müzikle kurduğu bağı düşünecek olursak şiirin bir kelime oyunu değil, kelimelerle icra edilen bir ses olayı olduğunu söyleyebiliriz.


Peki şiir neden sözle icra edilsin?


Öncelikle belirtmemiz gerekir ki şiirin insanın herhangi bir karşılık ödemeden, doğrudan kendine mündemiç bir vasıtayla yani “söz” ile ortaya çıkması basit bir tesadüf değildir. Böylece şiirin insana mündemiç olduğu gerçeğini fark ediyoruz. Materyale, görsele, dijital bir uygulamaya, yahut başka herhangi bir “şey”e insan kendinden bir şeyler vermeden erişemez. Erişme dışında bir de tekniğin dönüştürücü unsurunu göz önünde bulundurmakta fayda var. Nesne ya da görsellik şiiri şeyleştirir. Belli bir kalıba sokulan şey artık bir metadır. Yani bir tüketim nesnesi. Oysa şiir bugüne kadar bir tüketim nesnesi olmamaklığıyla övünmüş, dahası bu çılgınlığa dur diyen güç olarak kendini konumlandırmıştır. McLuhan’a göre “araç mesajdır” yani mesajı transfer eden aracın içeriği de kaçınılmaz olarak araç tarafından biçimlenir. Dolayısıyla şiir bir iletişim aracı olarak zaten doğal da olsa “söz”ün sınırlarına tabiyken araya bir de sözün içeriğini kendisi olmayan başka şeylere dönüştürebilecek başka engeller yerleştirmek pek de makul bir iş olmayacaktır.


Şiir bir aşkınlık arayışıdır. İnsan farkında olsun ya da olmasın şiirde kendini, şeyleri, bilineni aşmayı amaçlar. Şiir temelde bilinmez olanı bilmeye doğru yapılan bir atılımdır. Oysa nesneler ve görüntüler tam aksine tinsel olan her şeyi somuta, basit bir pozitivizme indirgemektedir. “Nesnellik” yaşamı bir yandan aşkın olandan somuta, basite indirgerken bir yandan da ilginç bir şekilde belirsizlik ve anlamsızlık bir heyula gibi yayılmaya devam ediyor. Bu çelişkinin kaynağı ne olabilir diye sormadan edemiyoruz. Bugün soyut olan şey temelde “iletişim”dir. İnsanın insanla, nesneyle, çevreyle, kurumlarla, politikalarla, şiirle kurduğu iletişim temelsizdir. Buradaki soyutluk maalesef ince düşünme becerisi değil bir sahtelik, gerçek dışılık. Dijital haberleşme sanal bir evren oluşturmakla kalmadı, bu evreni sahte iletişim ağlarıyla donattı. Artan bilgiye, iletişim teknolojisine rağmen belirsizlik ve anlamsızlık gittikçe büyüdü. Doğrusu artık artan şeyin “bilgi” olmadığını, veri(data) olduğunu ve verinin bilgi anlamına gelmediğini idrak ettik. Bauman’a göre postmodern toplumlarda(o buna akışkan modernite diyor) değişmeyen tek şey değişim ve kesin olan tek şey ise belirsizliktir. Bununla birlikte zaman ve an kavramına değinerek şunları söyler: “Anındalık bir şeyin orada ve o anda gerçekleştiği, fakat aynı zamanda tüketimin de aynı anda olacağı ve ilginin hemen kaybolacağı anlamına gelir.” Şiirin metalaşması tam olarak bu nedenle tehlikelidir. Şiir bir tüketim nesnesine dönüşmemelidir. Popüler olana, yeni olana uymak zorunda değildir şiir. Şiir sahte(fake) olamaz. Sahteliği, belirsizliği, anlamsızlığı pekiştiremez. Bunlarla şiirin kesinlik sunduğunu anlatmaya çalışmıyorum. Ancak şiir insanlara kesin bilgiler, yargılar dağıtmıyorsa da düşünceyi, gerçekliğin izini sürmeyi ve sorgulamayı güçlendirip karanlığı karşısına almayı vadediyordur. Bunu doğrudan yapmasına gerek yok. Şiirin olduğu yerde bunlar kendiliğinden ortaya çıkar. Buna karşın “Şiir ne yapmaz?” sorusunun cevabı kesinlikle “Şiir belirsizliği, anlamsızlığı, sahteliği pekiştirmez.”dir. Bu nedenle bugün imge dahi tartışmalıdır. Belirsizliği, sanal olanı, sahteliği besleyen ne varsa tartışmalıdır. Bunları yeniliğe direnç olarak okumak yanlış olur. İnsanda yeniliğe direnç kadar yeniliğe karşı tutku da at başı gider. Dolayısıyla “yeni” olanın hayatımızı nasıl dönüştürdüğünü tartışmak mecburiyetindeyiz. Yenilik de insanı heyecanlandırır. Keşifler, daha önce hayatımızda olmayan şeylerin hayatımıza girmesi, yeni topraklar, yeni araçlar gereçler vs... Kulağa hoş gelen, heyecan verici şeyler bunlar kesinlikle. Kim daha önce denenmemiş(varsa eğer) bir söyleyiş tarzını ya da içeriği bulmak istemez ki? Yine de yeniliğe temkinli yaklaşmakta fayda var. Dirençle ya da tutkuyla hareket etmek çoğu zaman yanılgılarımıza bir yenisini daha ekleyecektir.


Görüntü temelde gerçekliği olduğu gibi, yanılgısız bir şekilde kayıt altına aldığını iddia etse de unutulmamalıdır ki hakikate yaklaşıldıkça aslında ondan uzaklaşmış oluruz. Görüntü bizi sonsuz bir “taym” içinde sürükler durur. Görüntüler akıp gider, her şey sıvı bir haldedir. Elimizi nereye uzatsak yaklaştığımız şeyin bir serap olduğunu anlayıp sonraki hedefe doğru koşmaya başlıyoruz.

 

Görüntü bize gösterdiğinden çok daha fazlasını saklar. Görüntünün ardında büyük bir kurgu kadraja girmeden faaliyet gösterir. Debord’a göre gösteri, insanlardan olup bitenleri görmezlikten gelmelerini ve yine de anlaşılabilen bir şeyler varsa bunları da derhal unutmalarını ister. Çünkü “En önemli olan şey en gizli tutulandır.”. Görüntü bize sadece gösterilmek isteneni gösteren bir simülasyondur. Gösteri ortaya çıktıktan sonra insan etkinliğine tabi olmayan, insanların yapıp etmeleriyle yeniden ele alınamayan ve düzeltilemeyen bir şeydir. Kaldı ki görüntünün kendisi doğrudan bir mahremiyet ihlali olarak aramızda dolaşmaya devam ediyor. Çoğu zaman bu ihlale kendi isteğimizle görünür olmak adına rıza gösteriyoruz. Ayrıca görüntünün maalesef ahlaki bir değeri yoktur. En azından şimdilik. Buna isterseniz etik de diyebilirsiniz. Ayrıca tartışılması gereken bir konu.

 

Peki bu eserlere şiir demeyeceksek ne demeli? Ortaya konan eserlerin bir kısmının yaratıcı ve çarpıcı olduğunu, şiirsel bir etki oluşturduğunu kabul etmek gerekiyor. Ancak bu kadar. Şiirsel etki. Şiir değil. Belki de şiirsel görsel ya da şiirsel… Şiirsel görsel dersek sanırım kulağı da dili de rahatsız eden bir çabanın içine girmiş oluruz. Belki de poetik görsel meramımızı anlatmaya yeterlidir.

 

Bir yandan belirsizliğe bir yandan somutluğa karşı sarf ettiğim bu sözler bir çelişkiyi değil, uyumsuzluğu imliyor. Dengemizi kaybettik. Sınırlarımız alt üst oldu. Her şey bana, ona, şuna, buna göre doğru olabilir. Bugün doğru olabilir, yarın olmayabilir. Ortak akıl ya da sağduyu dediğimiz şey her neyse, onu kaybettik. Peki bu arada evrensellik de neyin iddiası? Her gün birtakım evrensel değerlere maruz kalıyoruz. Oysaki küreselleşmenin bu denli kendini dayattığı şu belirsiz dünyada(artık evren mi demeli?) hiçbir şey evrensel olma iddiası taşıyamaz. Kim ve nedir bu evrensel değerler, bunları kim belirlemektedir ve yarın değişeceklerse neden evrenseldirler?

 

Bilime, düşünceye, toplumsal hayata pozitivist paradigmalar hakim oldukça kesinlik değil, belirsizlik çoğaldı. Postmodernite, modernitenin bir yaması olarak bilimin kesinliklerinin o kadar da kesin olmadığı fark edilince belirdi. Ancak bu sefer de sınırsız bir öznellik ve belirsizliğin içinde bulduk kendimizi. Her şeyin gittikçe sahteleştiği bir evrende şiir yazma iddiasında bulunanlar görüntü-görünme uğruna sahteliği mi, yoksa yalnızlık pahasına hakikati mi kovalayacak? Sormamız gereken temel sorulardan biri de budur. Tüm bu konular üzerinde uzun uzun düşünülmesi, yazılıp çizilmesi gereken meseleler. Yazdıkça dallanıp budaklandığını siz de fark etmişsinizdir. Bir çırpıda hepsini toparlamak, genel kanılara varmak zor olur. O yüzden bu yazıyı kısa bir sorgulama pratiği olarak düşünüp burada sonlandıralım. Belki sonraki yazılarda tekrar dönüp bu konulara değiniriz.


 

Kaynaklar:

 

Baudrillard, J. (2011). Simülakrlar ve Simülasyon (O. Adanır, Çev.). Ankara: Doğu-Batı Yayınları.

Bauman Z. Akışkan Modernite. Çeviri: Çavuş SO. İstanbul, Can, 2017.

Debord, G. (1996). Gösteri toplumu. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

McLuhan, M. (2013). Understanding media: The extensions of man. Berkeley: Ginko Press.





Yazar: Rıdvan Temiz