Bir kelebek yavaşça yaklaşıyor gözünün önüne,

Kanatlarından umut çıkıyor

Ve sen sessizce izliyorsun,

Saniyelerin pençesinde, fark etmeksizin.

 

Savaşın sesleri geliyor, tehlikede ruhun.

Sağına dönsen göreceğin kediler duruyor öylece,

Sessizliğini okur gibi,

Dışarda ay var, ayın üstü kan.

 

Neden bilmiyorsun gülün renginin yerde biriktiğini,

Neden bilmiyorsun çadırın sahibinin seni seçtiğini.

Çadırın içi sıcak ve renkli,

Çıkarsan kapısından göreceksin

Çimlere düşmüş renksiz tüyleri.

 

Dışarısı ruhsuz bir soğuk,

Yeşil yılanlar havada,

Ve uçuyor filler griliklerini sakınarak.

 

Bakamıyorsun bile ruhu sönmüş ölü bedenlere.

Dışarıdan gelen çığlığı duyuyorsun

Kalbi yırtılmış bebek bedenlerin cesetlerinin.

Ağlıyorlar rüzgârın yankısına,

Ağlıyorlar kurtarılmadıklarına.

 

Bir huzursuzluk kaplıyor içini,

Mutluluk korkutuyor seni.

Rüzgâr çadırını elinden alırsa acımasızca,

Kelebekler katiline dönüşürse,

Sesin çıkarsa ilk defa çığlık atmaya

Ve gri bulutlar evin olursa,

Özlersen diye korkuyorsun kelebeklerin zamanını.

 

Atıyorsun kendini dışarı,

Sırf kaybetmemek için kelebekleri,

Bir renksiz ağaca sığınıyorsun dışarı koşup,

Etrafına baktığında görüyorsun,

Ağzını açmış sana koşan gulyabanileri.

 

Arkana bakmak istiyorsun, bakıp çadırına dönmek geliyor,

Kalbinden geriye kalmış cılız sesten.

 

Dönemiyorsun geri,

Göremiyorsun,

Yerinde değil çadır.

Zamanın neresinde var oldu onu da kestiremiyorsun.