"Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde" Polonyalı şair, yazar Olga Tokarczuk tarafından kaleme alınmış, farklı tarzıyla dikkat çeken bir roman. Kitap ismini şair William Blake'in bir dizesinden almaktadır.


Polonya'nın uzak bir köyünde hayvanlara, doğaya ve astrolojiye ilgisi olan bir kadın, Janina. İlk adından hoşlanmayan karakter kendisine böyle hitap edilsin istemez. Yaşadığı yerdeki kişilere de onları gördüğü zaman yakıştırdığı lakaplarla seslenir. Koca Ayak, Garip, Siyah Palto, Muhteva gibi. Kişinin gerçek isminin herkes tarafından bilinmesini çok doğru bulmaz. Bunu Garip dediği komşunun ilk adını öğrendiğinde onunla bir davete gidebileceği üzerine düşündüğünde anlarız. İsim konusu akla hemen Ursula K. Le Guin'in o muhteşem eseri Yerdeniz Büyücüsü'ndeki isim verme ritüelini getirir. Orada da gerçek isimler herkes tarafından bilinmezdi. İsmin bilinmesi kişiyi tehlikeye açık hâle getirir düşüncesiyle herkese gerçek isimleri haricinde isimler verilirdi.


Ana karakter yalnız yaşayan ve bu durumdan memnuniyet duyan bir kadın. Özellikle hayvanlara olan ilgisi dolayısıyla etrafta "kaçık" olarak adlandırılır. Tahmin edilebileceği gibi vejetaryen. İnsanların hayvanlara üstünlük kurma çabasına anlam veremeyen Janina, sık sık köydeki avcılara müdahale eder.

Kitap komşu Koca Ayak'ın ölümüyle başlar ve başka ölümlerle devam eder. Zira Janina bu ölümleri hayvanların intikamı olarak yorumlar.


"Hayvanlar, yaşadıkları ülke hakkında gerçekleri gösterir."


Hayvanların yaşam hakları kitabın genelinde vurgulanır. Hiçbir canlının başka bir canlıdan üstün olmadığını düşünen Janina, insanların bunu görememesine bir anlam veremez. Tabaktaki köftenin ya da kasap vitrinindeki gövdenin gerçekte ne olduğunu düşünüyor musunuz diye sorar ve bu durumu herkesin birer suçlu olduğu görüşüne bağlar. Aynı zamanda astroloji ile de ilgilenen Janina, farklı bir görüş sunar. Günlerini yıldız haritaları çıkararak geçirir. Bir akşam yıldızlara bakarken yıldızlar da bizi, bizim hayvanları gördüğümüz gibi görüyor olabilirler mi diye sorgular. İnsanlar, hayvanları evcilleştiriyor, besliyor, kısırlaştırıyor ve öldürüyor. Yani hayatlarına müdahale ediyor. Yıldızlar da aynı şeyi insanlara yapıyor olabilir mi?


"Dönecek yerim yok."


Kitaptaki bir diğer dikkat çeken nokta ev, hapsolma, bodrum kat metaforları gibi kişinin bir yerde olması durumuyla ilgili. Komşusu Garip'in mutfağını tanımlarken "Temiz, sıcak bir mutfak yaşama nasıl da neşe katar. Benim hiç böyle bir şeyim olmamıştı." derken okuyucuyu böyle bir mutfağın sıcaklığına çeker. Kendi evinde kanepesinde uyuyakalmalarında da aslında aynı duyguyu bize hissettirir. Romanın başında dışarda kardan yollar kapanmışken, içerinin korunaklığına sığınmak ve ocakta kaynayan çay içimizi ısıtmaya yeter. Bununla birlikte evin dışında kendisini rahat hissetmediğini doktoruyla arasında geçen bir diyalog yoluyla varsayıyoruz. Bir göçmen olan doktor, sırt çantasıyla belli sürelerde çeşitli ülkelerde yaşar ve çantası yanındayken her yer evi olur, Janina böyle yorumlar bu hâli ve kendisinin de bu şekilde yaşaması gerektiğini düşünür. Tüm bunların yanında dünyanın bir hapishane olduğunu düşünürken aslında gerçek hapishanenin tam da kendi içimizde olduğunu söyler ve ekler belki de onsuz yaşamayı bilmiyoruz.