Tren Kalktı.

Bir Aptal, bir korkak, bir sarhoş ve ben aynı vagonda, pencereye vuran yağmur damlalarını seyrediyoruz.

Saat 08.00

Bu yol nereye gider, bu tren nereye götürüyor bizleri bilmiyorum.

Gece yarısı aniden bastıran bir buhranın sonucu bu yaşadığım. 

Sarhoş değilim lakin hatırladığım tek şey bir koltukta saatlerce oturup sabah ettiğim. 

Sonrasında bu vagonda buldum kendimi. Ne düşündüm o koltukta o kadar, neydi bu buhranın sebebi bilmiyorum.

Trenin yavaşça süzülüşünden sıyrılıp, etrafımdakilere bakıyorum.

Aptal birşeyler anlatmaya başlamış bile fakat kimsenin dinlediği yok. Kulak kesiliyorum.

Edebiyatla, felsefeyle ilgili şeyler anlatıyor. Anlaşılan kuru ezberlerine ezber ekleyip, bize satmaya çalışıyor. Yalnız öyle bir ifadesi var ki , besbelli kendisi de inanmıyor söylediklerine, laf olsun torba dolsun işte, susuyorum.

Sarhoş bir şeyler mırıldanıyor.

Bir ezgi mi , bir türkü mü yoksa kahredici bir anı mı?

Öyle hızlı konuşuyor ki...

Kelimeleri yutuyor, bir başını bir de sonunu anca çıkarıyorum.

Susuyorum.

Korkakta ses yok henüz, yalnız elleri titriyor tren hareket ettiğinden beri, 

Gözleri durmaksızın oynuyor fakat hep aynı yerde halıda. Kafasını bir kez olsun kaldırmıyor.

İyi misin diyesim geliyor, boş verip susuyorum.

Tren ilerliyor, etrafımızda önce yeşiller sonra kurak bozkırlar ardından insanlar beliriyor.

İşlerine gidiyor kimileri veyahut işlerinden dönüyorlar.

Kimisi perişan, kimisi jilet gibi. Ben de onlardan biriyim burada ne işim var? 

Kafamda bin bir türlü soru...

Suskunluk iyice kendime katıyor beni yine kendime sarıyor, yine kendimle dalaşıyorum lakin kimliksizim bu kez.

Yolculuklarda hep böyle oluyor içim, bir şeyi sahiplenmeden sanki dışarıdan izlermişçesine dokunuyorum kendime. Kimliksiz, kimsesiz sarılıyorum. 

Böyle daha gerçekçi oluyor bir de daha net.

Diğer türlü kendimi kandırıyor gibi hissediyorum hep.

Başıma ince bir ağrı vuruyor. Stresin yansıması olsa gerek ya da soğuğun belirtisi.

Evden epey uzaktı gar sabahın köründe normalde sittin sene yapmayacağım şeyi, bu sabah istemsizce, farkına varmadan yaptığımı fark ediyorum.

Ben böyleyim işte sonradan geliyor aklım. Ya da öncesinde de orada oluyor ama ben işime geldiğinde düşünüyorum.

Damlalara epey takılmışım, bakıyorum da aptal Şekspir okuyor. Kim ulan bu Şekspir diyesim geliyor, diyemiyorum.

Tadım kaçıyor.

Sarhoşla göz göze geliyorum, herifin yüz kıpkızıl sessiz sessiz ağlıyor. Ulan kaç yaşında adamsın kendine gel diyesim geliyor diyemiyorum.

Yalnız elinde bir yüzük, yüzükte çınar ağacı. Durmadan evirip çeviriyor ağacı, ağaç...

Büyümek, yeşermek, çoğalmak, umut, tazelik, güç, ölüm.

Ben ne saçmalıyorum.

Korkağın titremesi geçmiş, gözlerini dikmiş beni seyrediyor, beni seyrediyor da seyrettiğinin farkında mı bilmiyorum çünkü epey bakışıyoruz. Kaç dakika tutuklu kalıyor gözlerimiz ancak tren fren yapınca korkak ayılıyor rüyasından göz göze gelince kaçıramıyor kendini başını sallıyor ilkin sonra özür dilerim diyor resmen fısıldayarak.

Başımı sallayıp damlalara dönüyorum bende.

Sahi dostum sen nereye gidiyorsun?

Vardır böyle ani gidişlerim diyorum, gülümsüyorum kendime.

Ulan yavşak diyor bir yanım neyin derdi bu nereye kadar gidebilirsin sanıyorsun.

Vallahi bilmiyorum abi diyorum kendime yol çok ben hastayım.

Aklım uzaklarda , biliyorsun boğuluyorum buralarda dağıtmaktan da yoruldum üstelik çünkü ne toparlayabiliyorum ne de kırabiliyorum daha fazla.

Ellerim titriyor, yüzüğüm de parmağımı sıkmış epeyce. Tren görevlisi kapıyı açıyor, beyefendi geldik diyor.

Nereye bilmiyorum ama Şekspir'i alıp çıkıyorum.