"Bu son ayrılık saatinde niçin hakikati saklamalı? Bu okuyacağım defteri ben senin için yazdım Kâmran. Evet ne söyledim, ne yazdımsa senin içindi. Yanlış, çok yanlış bir iş tuttuğumu bugün artık itiraf edeceğim. Ben her şeye rağmen seninle mesut olabilirdim. Evet, her şeye rağmen seviliyordum, sevildiğimi de bilmiyor değildim; fakat bu bana yeterli gelmedi, istedim ki çok, pek çok sevileyim, kendi sevdiğim kadar değilse bile -çünkü buna imkan yok- ona yakın sevileyim. Bu kadar sevilmeye benim hakkım var mıydı?

Zannetmem, Kâmran. Ben küçük, cahil bir kızım. Sevmenin, kendini sevdirmenin de bir yolu var, değil mi Kâmran? Halbuki ben bunları hiç bilmiyordum.

Senin -Sarı Çiçeğin- taş atmak için söylemiyorum Kâmran, inan bana, madem ki seni mesut etti, ben hayalimde onunla barışıyorum. Kim bilir ne kadar cazibeli bir kadındı? Kim bilir sana ne güzel şeyler söylüyor, ne güzel mektuplar yazabiliyordu? Ben belki senin çocuklarına, çocuklarımıza iyi bir anne olacaktım. Bu kadar."

Feride'nin defterinin son sayfaları çok etkiliyor beni. Her şeye rağmen Kâmran'ı geri istemesi, hatta bu ayrılıklarının ve "Sarı Çiçek" aldatmasında bile kendini suçlaması...