Nine oturmuş papatya çayını içiyordu. Bilmem kaç yaşındaydı. Saçları beyaz. Dişleri takma ama hala iş görüyor, tutuğunu koparan bakışları vardı. İnce dudağında beyaz bıyıkları farklı bir hava katıyordu. Görmüş geçirmiş biri. Onu gören tanrının en sevdiği oyuncağını çaldığını düşünemezdi bile. Ama yapmıştı. Bunla mevsimler boyunca gurur duydu.

Şimdi geliyordu. Çayını yudumlarken, dubleks evinin bahçesinde tek başına yellenirken o geliyordu. Sallanan bir sandalyede yüzünü vuran güneş kemiklerini ısıtmayı bırakalı ne kadar olmuştu?

“Çok Klişe bir görüntün var,” dedi Nine. Karşısında Ölüm vardı. Kuru kafalı, siyah pelerinli ve tırpan tutan biri. Gözleri tüm ışığı emiyor gibiydi.

“Sen beni nasıl görmek istersen öyle gözüküyorum.”

Nine burnundan soludu. Renksiz biri olduğunu söylemesi canını sıkmıştı. Ölümü kuru kafaya benzeten aptal Rönesans sanatçıların suçuydu sonuçta. Kendisine kalsa timsah görünümlü bir kedi hayal ederdi; konuşmayan, cool biri...

“Zamanım doldu sanırım,” dedi Nine. Hırkasının cebinden bir sigara ve çakmak çıkartıp titreyen eliyle sigarasını yaktı. Dumanı ciğerlerine yollarken öksürük tuttu. “Sağlığıma zararlı zırvalığını söylemeyeceksin dimi?”

“Aslında sağlığına baya zararlı, burada daha erken olmamın nedeni o içtiğin sigara,” dedi kamu spotu ses tonuyla.

“İlginç, bende tanrıyı sinirlendirdiğim için buradasın sandım.”

“Tanrı sinirlenmez, sizin insani duygularınızdan yok onda. Kendini pek şey sanma yani.”

Nine sigarasından otlandı. Yaz ayıydı. Güneş acıması, rüzgar dinmişti. Olabileceğine yeşillik ve kuşların sesi sarmıştı her bir tarafı. Daha mavi, daha bir yeşildi her yer. Yaşam böyle bir şeydi. Nine öleceğinin gerçeğini hala idrak edememişti.

Üç koca değiştirmişti. Üçüne de aşık olup nefret beslemişti. Çocuklarının üstüne titremiş onlardan sıkılmıştı. Bazılarını toprağa bile gömüştü. Küçük Nisa’yı tanrı elinden aldığı için nefret etmişti. Ama bu hayatı yaşamıştı. Belki fazla yaşamıştı kendince. Hiç bir zaman bu yaşa kadar geleceğini tahmin etmemişti. Kırklarında görkemli bir binadan atlarım diye düşünmüştü. Ama işte, zaman aktıkça yaşamla bir olmuştu. Sandığından daha güçlüydü nefes alıp vermek, terk etmek ise ağır. Bunu biliyordu.

“O zaman çaldığım oyuncağı neyin nesi oluyordu. Oldukça insani bir şey bu bence.”

Ölüm cevap vermedi. Sessizlikle karşıladı ninenin dediklerini. Son ise konuştu. “Sanırım herkes çocukluğa özlem duyar.” Kendisi ile çeliştiğini fark ettiğinde kafasını eğdi. Parmaklarına, kuru ve kemikli parmaklarına bakıyordu. “Kaybolmasından korkulan anılar değerlidir. Ve sen onu çaldın tanrıdan.”

“Yapma o bir tanrı. Sıradan bir oyuncak işte, eminim onun için sorun teşkil etmez. Yenisini yaratır.”

“Tıpkı siz insanlar gibi mi? Hayır yenisini yaratmadı. Hatalı ve aptal olsanız dahi, zalim ve komik, iyi ve kötüyü içinizde ki kusurlarla yaşatsanız dahi, o başka bir şey yaratmadı. Sizin özel olduğunuza inandı. Tıpkı oyuncağı gibi. Bazı şeylerin kusurları ila var olabileceğine inandı.”

Nine bir dal sigara daha yaktı. “Kendisine mükemmel diyen bir tanrıya göre baya duygusal bir yaklaşım...” Yutkundu. Boğazı ağrıyordu. Doktoru sigaradan demesine rağmen hayatın kılçıkları canını acıtıyordu işte. Her şeye bir mantık yüklemesek olmazdı sanki. “Benden Nisa’mı aldı. Bende oyuncağını, eşit bir takastı.”

Nine tanrıdan nefret ediyordu. Ödeştiği falan yoktu. Çalamadığı şeyler vardı. Nisanın hayatı, yaşam ve anılarla dolu bir gelecek çalamadı mesela tanrıdan. Ölmek istemiyordu. Şimdi, şu an da her şeyin bir sonla anlamsızlığa sürüklenmesini kaldıramıyordu. Sanki kandırılmıştı. Böyle hissediyordu.

“Eşit diye bir şey yoktur Nine.”

“Evet, yoktur.” Nine bunu biliyordu. Nisa’nın gülümsemesini hatırladığında gözleri doldu.

“Ne zaman işini göreceksin. Yeterince bekledim bu bedende.”

“Aslında buraya senin yaşamını almaya gelmedim,” dedi ölüm. İki eliyle tırpanını tutup boş kuru gözlerle nineye baktı. “Sana ölümsüzlüğü vermeye geldim.” Söylediklerinin ağırlığını tartan bir sessizlik bıraktı ortalığa. “Çalamadığın şey bir başka yaşamdı, hediye edilen ise hayatın. Daha iyi bir yaşam için sunulmadı hayat. Sadece yaşam için. Tüm pişmanlık ve mutlulukları zamanda gör istedi tanrı. Daha fazla ve daha fazla.”

Nine şaşırmıştı. Ama mimikleri sanki kabız olmuşçasına gerilmişti. Doktoruna orta parmak kaldırmak istemişti topukları altında sigarasını ezerken. “Bir tür şaka mı bu. Çaldığım oyuncağın bedeli olarak yaşamla mı cezalandırıldım.”

“Hayır nine, ceza falan yok.”

“Peki ne yapıcam,” dedi Nine.

“Daha fazla hata, daha fazla hırsızlık. Adını sen koy.”

Ölüm sessizce gelmişti ve sessizce gitmişti. Ne bir rüzgar ardında parlamış, ne de güneş solmuştu. Her şey olduğu gibi akıyordu. Değişen tek şey ardında bıraktığı yaşlı Ninenin masum çocuk kahkahasıydı; ince ve g

enç bir ses...