“Kendimi ne kadar manasız şeylerle üzdüğümü anlıyor, bütün kabahati hayalperestliğimde, kendi içime kapanıp kuruntu yapmamda buluyordum. Fakat artık değişecektim.”

Sabahattin Ali – Kürk Mantolu Madonna

 

Bir şişe şarabı aç karnına içtikten sonra acıktığını hissetti.


- Acıktım, dedi. Dolabı açınca;

- Dışarı çıkmayalım şimdi, şu yulaf ezmesinden yesen ya, dedi.


Biraz rica etmeli emir cümlesi sonrasında, kâseye yulaf ezmesi doldurdu, üzerine süt döküp afiyetle olmasa da marjinal faydası yüksek şekilde yedi. Sonra, o da istedi birazcık. Ona bir kaşık uzattı ancak bu yeterli gelmemiş olacak ki kendisi için de yaptı bir tane. Bir süre, evde dans denilmesi –en azından birisi için- pek mümkün olmayan hareketlerle eğlendiler. Dansetmeyibilmeyen, hala aç olduğunu hissedince, Dansetmeyibileni çorba içmeye ikna edip, dışarı çıktılar.


Dansetmeyibilmeyen, kelle paça –ayak da olsundu- istedi. Sarımsak döküp dökmemek arasında gitti geldi bir süre. Onu öpme çabalarının sonuçsuz kalmasını ve onun kendisini öpme gibi bir isteğinin olmadığını hatırlayınca bastı sarımsak sosunu paçanın içerisine.


Biraz sarhoş, epey mutsuz göründüğünün gayet farkındaydı. Aslında bunu, bilinçli olarak yapıyor, fark etmesini ve kendisini rahatlatacak bir şeyler söylemesini bekliyordu. O sırada kendi çorbasını afiyetle olmasa da kısmi bir zevkle içen Dansetmeyibilen konuşmayı başlattı.


- Neden acıdan besleniyorsun?

- Neden beslenmeyeyim?

- Mutsuzluk bir insanı nasıl mutlu edebilir, bunu anlamakta güçlük çekiyorum.

- Hayır, ben mutlu olmasını da biliyorum.

- Dinlediğin, dinlettiğin, instagram hikâyelerinde paylaştığın şarkılar hiç öyle demiyor.

- Dinlediğim şarkılarla ne ilgisi var bu durumun?

- Peki o halde bana on tane hareketli şarkı saysana!

- bir…, iki…, üç… (bu hareketli ama hüzünlü bir şarkı sayılır mı)?


Dört yoktu, bir türlü aklına gelmiyordu.


Çorbacıdan çıkıp, deniz kenarına gittiler. Sabahtan bu yana birlikteydiler. Sabah kahvaltı, öğlen deniz, ikindi vaktinden akşam sekize kadar küçük bir ayrılık, sonra tekrar bir araya gelme. Dansetmeyibilmeyen, illaki bir şeyler duymak istiyordu.


- Boşa kürek çekiyorsam eğer; uğraşmak ve çabalamak istemiyorum.

- What the f*ck ya? Ne dememi istiyorsun?

- Türkçe gibi, İngilizce küfür etmen de hoşuma gitmiyor, sana söylemiştim.

- …


Dansetmeyibilmeyen, bir şeyler zırvalayıp, derdini anlatmaya çalıştı ama duygularını ve düşüncelerini toparlayamıyordu. Onun yanında iken her zaman hissettiği ve onu çok mutlu eden “idrak açılması”ndan zerre yoktu. Bir süre sonra duygu ve düşüncelerini toparlayamadığı gibi dilinden dökülme çabasındaki kelimelerin de toparlanmaya muhtaç olduğunu anlayınca, susmaya karar verdi.


Biraz daha yürüdüler, dar sokakların aralarından geçerken, Dansetmeyibilmeyen;


- Buraya ilk geldiğimde, gideceğim yeri bulmakta çok zorlanmıştım. GoogleMaps çok yardımcı olmadı, birilerine sordum, şuradan dümdüz git sağda/solda gibi şeyler söyleseler de; yol çoğu zaman düz bitmiyordu. Oysa şimdi öyle mi? Bu sokakların faresi gibi oldum, dedi.


Bir diyalog oluşturma çabası, kendisini ıssız sokakların duvarlarında bile yankılanmayan monolog çaresizliğine teslim edince, sustu Dansetmeyibilmeyen. Bütün gün birçok şey yapmış olduğundan, daha doğrusu çok fazla yürümüş olduğundan artık ayakları yere basmaktan imtina ediyor, gözleri kapanıyordu. Bir sokağın köşesinde ki basamağa oturmak istiyorum dedi. Bir süre durdular.

- Ben eve gidiyorum, uykum geldi!

- Peki.

- Sarılabilir miyim?


Uzun uzun, birkaç sarılma sonrasında yürüdü Dansetmeyibilmeyen, sokaktan sola dönüp. Dümdüz gidince ulaşacaktı istediği yere bu sefer emindi. Yürüdü, sigara aldı, yaktı, içti, eve girdi. Balkonda bir sigara daha ziftlendi.


Sonra cebinden telefonu çıkarıp, Spotify çalma listelerine baktı. Kendi oluşturduğu büyükçe liste, beğendiği şarkılar… Uygulamanın kendisi için oluşturduğu –sık dinlediği şarkıların olduğu- Bi daha listesini açtı. Karışık Çal tuşuna basınca; gecenin karanlığına, bütün umutsuzluğu ile Eric Satie/Henrik Mâve – Gnossiennes: 1. Lent müziği yayıldı.


Dansetmeyibilmeyen, bir sigara daha yaktı.