yürürken ayakkabısının içindeki taşa basmamaya çalışan çocuğun elindeki poşet yırtılınca avazı çıktığı kadar bağıramadı. yutkundu.
o kadar çok yutkunmuştu ki midesi bulanıyordu. kusmuyordu. daha önce hiç kusamamıştı.
az sonra ilk defa kusacaktı, midesindeki tükürüğü.
ayakkabısıyla tükürüğe basıp burnunu çekecekti.
burnunu çekecekti çünkü hava soğuktu.
poşet beyazdı, ama içindekiler turuncu değildi.
çamur, az önce poşette olanlara bulanmıştı.
çocuğun eli küçüktü,
ayakkabısı büyük.
poşet yırtıktı, zaten çoğu zaman yırtılırdı; eh poşettir yırtılır.
içindekiler yuvarlak ve turuncu değildi.
çocuk hep yutkunurdu, bazen kusardı.
kusmak gibi iyi bir alışkanlık edinmişti çünkü yutkunmak bunu gerektirirdi.
o zamanlar avaz gezerdi tenhalarda kusanlardan habersiz.
taşlar, hep bulurdu ayakkabıya girmenin bir yolunu çünkü demedim ya ayaklar küçüktü, poşetler ağırdı. dedim, içindekiler turuncu değildi.
avaz, çıkmıştı tenhalardan çocuğu bulmuştu.
çocuk büyümüştü alışkanlıklarıyla, bağırıyordu