Sahi hiç sinmemiş miydim tavan aralarına? Kalmamış mıydım içinde ufacık bir kırıntı kadar. Evsizlerin bile bir evi var Dilem, benim yok. Bir pencereden sızdırdılar bi gece yarısı beni sokağın hayta kollarına. Çöp konteyneri kenarında yaşam mücadelesi verdim içimi içime kusarak. Yine de bir kez olsun acımadılar bana. Üstüm başım kir içinde inan tek ihtiyacım bir peçete. Kir pas içinde çıkamam ben kimsenin karşısına, kusmak işte bazen böyle bir şey içini temizlerken seni görünür bir kire boğar. İçini açarsan ayna aynı bu şekil seni pasaklı bir yansımaya boyar. Öyle işte. Ellerimle inşa ettim Dilem ben o evi; didindim, uğraştım, çalıştım çabaladım, gecesi olmayan gündüzlerle tek tek dizdim kiremitleri. Ahşaptan pencereler istediler odunları sırtımda taşıdım, Dilem çok uğraştım ben. Sokaklara aşinayım ezelden ama ben evimin içine ev yaptım girsinler diye ufak odalar açtım, donattım içini içlerine. Evin içinde binlerce ev varken evsiz kaldım ben. Daha dışını boyayacaktım rengarenk olacaktı biliyor musun, duvarlarına resimler çizecektim... Sığdırmadılar beni hiç, sığdıramadılar. Oysa kağıttan bir kalbim vardı. Yer kaplamayacağıma da adım kadar emindim. Evsizdi Dilem o, ben evimi açtım. Bir gece yarısı yarasalar saldırdı bana, sızdırdılar beni geceden aşağı yuvarlarcasına. Evin kapı dışarı etti mi hiç seni? Senin montelediğin kapıyı yüzüne çarptı mı hunharca? Astığın tablo yüzünü çevirdi mi hiç sana? Gitgide kalabalıklaştık, tanımadığım yüzler cirit atıyordu yatağımda, betona uzandım ben, ses etmedim. Çok beğenerek aldığın o avize en ihtiyacın olduğu anda kesti mi ışığını? Yalvardın mı Dilem sen evine girmek için kapı arkasından? Pencerelerini süsleyen o çiçekler o kaktüsler küstü mü hiç sana? Soldu mu sen baktığın için? Sahi Eyşan haklı mıydı sence? Yoksa Ezel onu affetmek için didiniyor muydu çaresizce? Ömer bu hikayenin neresinde? Her neyse. Evim kaldı benim onlarda. Bazen bakıyorum öyle uzaktan perdeleri çekmişler, benim seçtiğim perde çok daha iyi duruyordu oraya ama değiştirmişler. Açık oluyor bazen bakıyorum işte öyle geriden, dans ediyorlar ahenkle gözlerim doluyor da bir damla düşmüyor arazilerine. Yemek yapıyor o mutfakta, belinden sarıyor üç kişi sırayla. Aile olmuşlar içeride. Benim hayalimdi lan o. Küçük şirin mi şirin ama çok tanıdık bir sima çıkıyor aralarından, ben böyle büyüleyici bir çocuk görmedim be... Ne güzel bakıyorlar öyle birbirlerine hüznüm çöküyor boğazıma, damarlarım belirginleşmiş kaskatı vaziyette yüzümde ufak çaplı bir tebessümle geçiyorum, yan taraftan gidiyorum. Aile kavramı nasıl da vurkaç yaptı zamanında bizlere değil mi? Dilem ben hangi semti dolanırsam dolanayım balkonumda buluyorum kendimi. Balkonda uzun boylu iri yarı biri yakmış sigarasını uzun uzun bakıyor boşluğa, o boşlukta olmayı hiç bu kadar istememiştim. Biri bile kafasını çevirip bakmamış gittiğim yere. Canım yanıyor ya ama bu öyle lafügüzaf değil; cayır cayır canım, ateşim yakıp kavuruyor beni. Ellerimde benzin asla varmıyor bahçelerine. Yakmaktan korkarım ben. Zaten yakmaktan korkan ne kadar kişi varsa yanarak can verdi dünyada. Bahçelerindeki filli heykeller duruyor hâlâ. Bu umut var ya mahveder insanı abi, ektiğim bitkiler hep solmuş, hiç bakmamışlar. Benden esirgenen ne varsa benden olandan da sakındırmışlar. Bari meyvelerini toplayıp konu komşuya dağıtsalardı, ne bileyim sevap işte. Ben olsam öyle yapardım. Tohum yatırımdır geleceğe yapılan. Bunlar cidden hiç anlamazlar emekten hocam, sabır isteyen her şeyden kaçar bunlar. Sen sabırla onları büyütmüşken hele de. Neyse işte… Açlığım, susuzluğum günden güne artıyordu, çöpten kaleler inşa ediyordum kendime. Sokak çocuklarının rızkına ortak olduğum için kötü biri sayılır mıyım? Irzıma geçiyor acılar bir parkın bankında. Ulan canım öyle yanıyor ki gıkım dahi çıkmıyor. Donuyorum ayazında o şehrin, üzerime gazeteler örtülü gözüm evime dönük. Gazetelerin üzerinde yazanlar bile ironik; tutar mı abi hiç, bir manşet donan yüreğimi? Bir can havliyle koşuyorum nereye gittiğimi bilmeden deli gibi, ciğerlerimi kusana kadar gidiyorum. Vardığım yer, ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım, evim oluyor. İnsanın evi insana bunu yapar mı allah aşkına? Çaresiz hissettiğimde ev arıyorum kendime. Beni en çok bu çaresizleştiriyor. Hangi yuvaya sokulsam olmuyor, o kapı ardımdan hiç kapanmıyor.  Eksik ulan bir şeyler, insanın evi gibisi olmuyormuş sahiden. Sahi evsiz kalınca mı anladım bunu ben yoksa hep mi eksiktim bir yerlerden? Ev öyle çok ki bu dünyada birinde dahi yerim olmadı. Tek istediği insanın, bir koltuğa öylece uzanmaktı... Kapı duvar şimdi bana tüm geçmiş kalpler. O kalplerden ben hiç mi geçmemiş be Dilem? Ben öyle geçip gider miydim sahi hayatlardan? Çatılardan akmaz mıyım bir an bile olsun? Dur Dilem! Ya ne olur sarılma bana, ne olursun. Sarılınca çıplakmışım gibi hissediyorum, gözlerimin çeşmesini açıyorlarmış da abdest aldırıyorlarmış gibi geliyor bana. Sarılma Dilem, şimdi değil en azından, yıllarca bekledim birinin boşluğuma yüreğini dayamasını ama geçti artık, sarılma o yüzden bırak ne olacaksa olsun artık. Vazgeçirme beni yolumdan dimdik duruyorken zoraki, eğdirme şu başı omzuna. Ya sığamıyorum içime, yapmayın işte. İçim içimden taşıyor sanıyorlar ki doğal afet. Doğal afete sebebiyet vermek umurlarında bile değil. Evimin duvarları altında cesedim var lan benim, mezarım orası. Yahu insanın evi mezarı olur mu hiç ya? Konuş, iki kelam et bana. Ne olur söyle bir adres nasıl unutulur hiç var olmamışcasına? Biri yol göstersin ya bana, navigasyonum bozuk sanırım benim. Hiç mi akmamış kanım zeminlerine, temizlemek için bile mi fark etmemişler? Bu denli silik miyim odalarda. Gezinen ruhum örterken üstlerini, bekçi gibi korurken kötülüklerden içeridekilerini, biri bile mi hissetmemiş okşanan saç tellerindeki şefkatli ellerimi? Sahi hiç mi yerim yokmuş benim…Yersizliği yersizce öğrendim. Yurtsuzluk zaten ebediydi bize de, yine de serden geçemedi ayaklarım.

Bir sonbahar gecesi tek elden ama tam üç kurşunla ve oldukça kısa bir mesafeden vuruldum. İnsan sığınmak için evine kaçar, dört duvarın inşası kendince sokağa siper almasıydı insanın. Beni vuran evimdi, cephemin cephaneliğini ellerine ben vermiştim üstelik, neyse… Biri ayağıma, biri kalbime, biri de sırtıma geldi kurşunun. İlkini sırtımdan yedim; yürümeye devam edişim hırslandırdı, gözlerini kan bürümüş bunların. Sırtımın kamburu onları hiç doyurmadı. İkincisi ayağımaydı. Ayağıma gelen yığdı secde eder gibi evimin önüne beni, dizlerimin üstünde istenen kıvamdaydım artık. Gözlerim hala canlıydı ve bakışlarım… Bakışlarım asla pes etmez benim. Dimdik ayaktaydım onlarla ve bir kez olsun ayırmadım gözlerimi gözlerinden. Tek silahım oydu, kanlı savaşları pek sevmem. Bilirim buna dayanamazdı hiç evim. Ben baktıkça delirdi, ödü kopuyordu içindeki benin çıkmasından. Tek bir hamlesi kalmıştı beni tekte götürebileceği. Evet, üçüncüsünü kalbime sıktı bir an bile tereddüt etmeden. Ellerini bana uzatırken hep tereddüt etmişti oysa ki… Son bakışımın son bakışında kalmasını isterdim ama can verirken gözlerim takılmıştı evimin çatısında duran o kargaya, ona bakarken değil oraya bakarken öldüm ben. Çatılardan damlarmışım demek ki ve hiç yoktan kargalar severmiş beni. Tekte sıktığı kurşun acıtmadı hiç canımı, canlı kalan tek yanımdı zaten o. Asla üzülmesin, olursa tabi böyle bir şey, benim canım hiç acımadı. Yeniden doğmak için binlerce kez ölmek gerekir bazen, olsundu. Tek elden çıkan üç kurşunla döndü dünyam yerinde, hiç kalabalık olmadan da olduğum yere gömüldüm bir kedi tarafından. “Ben öldüm ve beni en son sen canlı gördün.” Kanlı canlıydım ben evimin dizlerinin dibinde, bir zamanlar. Şimdi öylece uzanmışım kedilerin, kendilerinin içinde ve umarsızca seyrediyorum yıldızları. Evim var benim, işte tam o yığıldığım yerdeyim ama ölü bir vaziyette. Bazen insanın evi mezarıdır. Bir şekilde sabah oluyordu neyse ki. Bensizken de vurur evin içine güneş en güzel haliyle ve aydınlatır gecemi. Elbet yeni bir gün başlar ve biri o güne gözlerini yumar geceden. Yıldızlar gökyüzünün siyahından çalar bazen. Olsun olur öyle bir yerde batarken güneş bir yerde doğar ve bir yerde ağlarken insan bir yerde kahkahalar tüm şehri boğar… Olur öyle, insan can evinden vurulabilir bazen…


Bu arada Eyşan hiç sevmedi Ezel'i. Ömer'deydi hep onun kalbi ama Ezel'e yaptıklarının zerresini de yapmadı Ömer'e. Çünkü Ezel kendisi gibiydi, insanoğlu işte çiğ süt emmişti. Ömer ölmekle ne iyi etmişti, üstelik affetmişti.