- Altoo, Altoo!


Alto, sabah namazını kıldıktan sonra tekrar uyumuştu. Aniden irkildi kocasının sesiyle, avluya çıktı. Kocası eline aldığı dirgenle tarlaya doğru hızlı hızlı ilerliyordu. Bir yandan da


"Xuda bela xu bide te zû ware, xuda bela xu bide te zû ware" diye söyleniyordu karısına. Yaşlı kadın topal ayağını yerde sürüyerek kocasını takip ediyordu.


Tüm bu bağırmaların sebebi tarlaya giren danalardı.


Kocasının gözü kararmıştı. Tarladaki üç danayı elindeki dirgenle öldüresiye dövüyordu. Zavallıcaklar kaçamıyor, birbirlerine kenetleniyor ve acı acı bağırıyorlardı.

Adam altmışlı yaşlarındaydı. Ama elindeki dirgeni yaşına aldırmadan savuruyordu hayvanların üstüne. Gözlerine batırıyordu. Karınlarını deşeceğim, karınlarını deşeceğim diyordu...


Zavallı Alto, o dirgenle dayak yemeyi göze alıp kocasına dur bile diyemiyordu. Çünkü son dur dediğinde ayağından olmuştu.


Kadın dizlerini dövüyordu, etrafa bakıyordu, danaların sahibi gelsin istiyordu bir an önce. Ama kimse yoktu görünürlerde.

Kadın çaresizdi. Hayvanlar çaresizdi. Hiçbir yerden yardım gelmiyordu. Yaşlı kadın sessizce Allah'a dua ediyordu, hayvanlar ise seslerini duyurmak istiyor, acı acı bağırıyordu.


Cani adam durmuyor, saldırmaya devam ediyordu. Tarlasından eksilen üç beş parça ot, üç masum kalbin durmasına, yaşlı kadının ise çok sevdiği tanrısının merhametini sorgulamasına sebep olmuştu.

Adam tüm bunları hiç yaşatmamışçasına elinin kanını toprağa damlata damlata avludaki çeşmeye gelmiş, kendini sözde kirden temizlemişti. Gururluydu. Erkeklik yapmış, toprağını korumuştu(!) Şimdi sıcacık bir çay iyi olur dedi karısına.



Cani olduğu kadar cimri de olan bu ihtiyar, evine bir tüp bile almıyor, yaşlı kadına her gün defalarca soba yaktırıyordu.


Kadın gözyaşlarını içine akıta akıta sobayı yakmaya çıktı.


İşte o an tarlaya doğru koşan Orhan'ı gördü.

Orhan az önce öldürülen danaların sahibi, hayvanları öldüren ihtiyar ise tarlanın sahibiydi.

Orhan, yerde yatan danalarını görünce yaşlı adamın evine doğru koşmaya başladı. Alto, dedi. Siz hiç Alllah'tan korkmaz mısınız? Yaşlı kadın, leçeğiyle gözyaşlarını siliyor gözleriyle ise Orhan'dan af diliyordu.


Çünkü cani kocası Orhan'ın sesini duyunca cama çıkmıştı.

Orhan, yaşlı adama baktı.


Toprak davaları yüzünden öldürülen dedesi, babası, amcası, kuzeni sonra, geceleri uykularını kaçıran o haykırışlar, silah sesleri geldi aklına.


Tam otuz sene evvel bu köyde iki dönümlük tarlanın anlaşmazlığı sebebiyle bir aile yok edilmişti. Küçük Orhan'ın gözleri önünde dedesi, amcası, babası, kuzeni can vermişti. İki dönüm tarla için yirmi iki erkek birbirine girmişti. Uğruna can aldıkları toprak parçasını kanlarıyla sulamak için adeta yarışa girmişlerdi.


Orhan korkmuştu, o kadar çok korkmuştu ki korkusu ağlamasına izin vermemişti, pantolonuna işemişti.


İşte o gün söz vermişti kendisine bir gün bu lanet köyden çekip gidecekti. Bir gün çekip gitti. Ama hiçbir zaman büyük şehre alışamadı. Bir dala tutunamadı. Herkese bir tabak yemek, bir hırka da olsa sunan koca şehir Orhan'a üzerinde yatacak muşambayı çok görmüştü. Soğuklardan, açlıktan, sefaletten hasta düşmüştü Orhan. Şehirde kazandığı üç kuruş parayı da sigortasız yattığı hastaneye kaptırmıştı. Çaresiz, ceketini alıp çıktığı köye cebi boş, karnı aç, bir tek ceketiyle tekrar geri gelmişti.

Köyün imamı acımıştı ona, cemaatten yardım toplamıştı, bir dana bir de taziye evinin anahtarını vermişti Orhan'a.


Her şey yoluna girene dek demişti anahtarı verince. Burada kalabilirsin. Sabahları da köyün hayvanlarını toplar dağa götürür otlatırsın. Yemeğini hayvan sahiplerinden alırsın.


Biraz para da biriktirirsin böylece, belki sonra evlenirsin...


O günden sonra Orhan yaşama daha sıkı tutunmuştu. Tüm hayvanları dost edinmişti kendine. Türküler söylüyordu, karşı köyde gördüğü ela gözlü ince belli kızı anlatıyordu onlara. Danacıklar da Orhan'ı anlıyormuşçasına masum gözleriyle Orhan'ın kara gözlerine uzun uzun bakıyordu.


İşte şimdi de Orhan, yaşlı adamın gözlerine bakıyordu uzun uzun.

Sevdikleri gözünün önünde can vermişti. Bu kez de sevmelere doyamadığı eski dostum dediği danası Can ve sonradan biriktirdiği paralarla aldığı minik danaları İlhami ile Selami öldürülmüştü. Hem de bir hiç yüzünden. Yok yere, canice... 


Orhan, ölümlerden bıkmıştı. Yılmıştı, dayanacak gücü kalmamıştı artık. Kan görmek istemiyordu. Kana susayanlar onu fazlasıyla kana doyurmuştu...


O nefret ettiğim kişilerden olmam dedi kendine. Olmam asla, olmayacağım.

Olmadı.


Kana kanla karşılık vermedi. Gözünde biriken yaşları o adamın önünde akıtmamak için başını göğe kaldırdı.


"Yukardaki" dedi içinden. "En yukardaki. Tüm sevdiklerimi aldılar benden. İzin verdin. Hepsinin yanına kar kaldı her şey. Bana ise acı bir yaşam. En sevdiğim arkadaşlarımı öldürdü bu cani. Gör artık, gör beni... "


Başını öne eğdi, tarlaya doğru ilerledi. Danalarının ölü bedenleri yerdeydi. Cenaze töreni düzenlemeliyim, dedi.


Her bir danasını tek tek öptü. Son kez sarıldı onlara. Tarlanın dışına çıkardı. Mezar yapacaktı kürek lazımdı.

Gitti kürek getirmeye, döndüğünde Alto çırpınıyor, dizini dövüyordu. Kadın ne yapacağını bilemez haldeydi. Orhan koştu yanına. Yerde acı acı inleyen yaşlı adamı gördü.

Adam yanmıştı.


Sobanın üzerindeki kaynar su üzerine döküldü, ben bir şey yapmadım, kendisi düştü, kendisi düştü diye açıklama yapmaya çalışıyordu Alto. Adam ise değişik sesler çıkararak inliyor, adeta yardım istiyordu az önce danalarını gözünü bile kırpmadan öldürdüğü Orhan'dan.

Acıdı Orhan yerde kıvranan caniye. Aldı sırtına yaşlı adamı, götürdü köyün tek hekimli sağlık ocağına. Ama boşuna gelmişti, gideceği yer değişmişti.


Yaşlı adam şimdi öldürdüğü danalarla gömülecekti.