kendimden anladığım kadarıyla içimde evcilleştirmek istediğim şey her şeye aç ve tüketme arzusunda olan kapitalist canavar değil aciz ruhummuş. üzerine sinen pis ve kokuşmuş onca şeye rağmen hala umutla yaşayan ruhum. insan olarak özellikle bu kadar küçük yaşta yaşadığım onca az şeye bunca anlam yüklemek, açıkçası birilerine haksızlık yapıyormuşum gibi geliyor. oysa insan en ufak acıya dahi dünyanın en büyük musibeti ona rastlamış gibi tepki veriyor nihayetinde. ben de buna sığınıyorum. kafamda geleceğe dair sürekli başkaları, yapmak istediklerim hakkında hayallerimde sürekli benden daha iyiler ya da benden daha kötülerin çabası; sürekli sürekli bu yorgunluk, bezginlik, geç kalmışlık ve tembellik hissiyatı…çürük kokusu artık midemi bulandırıyor; ha bire ertelemek bi şeyleri, sürekli kıskanmak birilerini, bi yerleri, bi şeyleri ancak asla susmamak…lanet olası paradoksum bu işte. asla asla silkelenmek yok, aklını başına hiç olmazsa ona yakın bi yerlere almak şöyle dursun sadece kahrolası bi gevezelik hüküm sürüyor tüm bedenimde. bari diyorum amaç edin, kısa vadeli planlar yap, yazık değil mi daha genceciksin; hani kültür sosyalleşme, hani kendini geliştirme vs… koca bi yalan. dünya yansa paşam saçını tarayacak. ama yine de kendimi kandırmıyorum, şükür ki içimde kalan son doğru şey buna yardımcı oluyor. genelde düşünmemeye çalışıyorum cehaletimi ve mahcupluğumu kendime karşı. belki diyorum, belki…