Bazı kararlar zor alınır. Cankurtarana veda etmek aldığım en zor karardı hem de hayatımın en zor dönemindeyken. Vedadan sonra öyle günler geldi ki acımı yaşamama fırsat bile verilmedi. Bilirsiniz, sizden dahası varsa sizin öneminizin kalmadığı zamanlar olur ve böyle zamanlarda kendinizi unutursunuz. Bana kendimi hatırlatan, acımı dinleyen, yüzümü güldüren insana veda ettikten sonra sızlanmaya hak görmedim kendime. Ben istemiştim bunu. Yağmur yağarken şemsiyemi evde bırakıp çıkmışım gibi. O yüzden hiç sitem etmedim cankurtaran sonrasında gelen zorluklara. O olsaydı her şey daha kolay olurdu ama böylesini ben istemiştim değil mi? Bu yüzden acımı haykırmak şöyle dursun gözyaşım bile akmadı ağlarken, biri görür diye.


Sonrası grilik. Ankara griliği. Bomboş. En kötüsü de ben bu griliğe alışmış uyum sağlamıştım. Kalbimi o mor kutuda saklamıştım. Artık var olan tek şey kariyer hedeflerimdi. Günlerimi doldurmazsam, her an bir yere koşturmazsam kalbimin yokluğunu hissedebilirdim ve bunun çaresi yoktu. Yaşamak böyle bir şey herhalde abi dedim, abim gülümsedi sadece. Her güzel olaydan sonra abimi aradığım gibi cankurtaranı da aramak istedim, ''bak neler oldu benimle gurur duyuyor musun?''. Terapide konuştum bu isteğimi. Herkese tavsiye ederim terapi almayı. Biz tanı koymasak bile kişiye kişiyi anlatabiliyoruz, bu sayede yas sürecinde suçu başkalarına atmaktansa dik durup yüzleşme gücünü kendinizde bulabiliyorsunuz. Herkese lazım. -eklediğim birkaç cümlemi arkadaşlarımın isteği ile kaldırıyorum, arkadaş insanı vezir de eder rezil de-


Hayat böyle akıp gidiyordu. Sonra bir şarkı, o kısmı önceki yazımda anlatmıştım. Sonra bir haber: biri girmiş hayatına. Buruk ama sahici bir mutluluk sardı içimi. Hayatına devam edebilmesi, kalbinin tekrar atabilmesi bana yeterdi. Fazlasında gözüm yoktu. Ortak arkadaşlara tek sorum iyi dimiydi. Tek derdim iyi olmasıydı. Biriyle ya da yalnız, önemi yoktu, iyi olsun yeterdi. Cankurtaranın hayatına alacağı kişinin iyi biri olduğuna, sevgilisini mutlu edeceğine hiç şüphem yoktu. Kimseye ayıp olmasın diye cebimde sakladığım fotoğrafını kitabımın arasına koydum. Hangi kitap olduğunu merak ederseniz diye ekliyorum: Hasretinden Prangalar Eskittim/Ahmed Arif.


O babama benzemiyordu; beni görüyordu, anlıyordu, sevgisini sadece sözcükleriyle göstermiyordu. Ben de anneme benzemeyecektim; hayatına aldığı kişiyle yarışmayacaktım, mutluluğunu kıskanmayacaktım, kızı kötüleyip kendimi yücelterek yalandan teselli bulmayacaktım. ''Anne isterse o dünyanın en güzeli en çirkini olsun, önemi yok ki, bırak mutlu olsun sen de kendi hayatına bak.'' Annem bakamadı, her gece ağladı. Ben ağlamadım. İnsan sevdiği insanın mutluluğunu kıskanır mı, kıskanırmış. Ama benim içim rahattı. ''Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum/Hiçbirinizle dövüşemem/Siz ne derseniz deyiniz/Benim bir gizli bildiğim var.''


Günler, aylar, yıllar geçti. Selamsız sabahsız. İkimiz de hayatın akışında kaybolmuş birbirimizden epey uzağa düşmüştük. 445 kilometre kadar. Sonra bir gece 01.09'da mesaj: Zeynep.

Şans mı, hissettim mi, hocam nasıl açıklanır bu, biraz sonra uykumdan uyanıp telefona bakmıştım. Ama cevap vermeye cesaret edemeyip sabaha sakladım. 06.07: ''günaydın cankurtaran uyumuştum kusura bakma''

Uyuyamamıştım aslında. Ne diyeceğimi bilmiyordum sadece. Yıllar sonra. Bir anda.


Önce birkaç stalk, kızın varlığının bittiğine emin olmak önceliğimdi. Ne anneme ne babamın karısına benzerim çünkü. Ama o da babam değildi dedim ya, her şey hazır olduğunda gelmişti bana.

''Tamam elini de uzatma tutup kendime çekmeyeceğim, olduğun yerde kal sadece gelmeme izin ver de geleyim, cevap da istemiyorum senden sadece yüzünü göreyim'' dedi. Gözü kararmıştı artık, ne pahasına olursa olsun gelmeye hazırdı. 445 kilometre. Peki dedim, geldi.


Cankurtaran geldi. Cankurtaran olmaya geldi. O geldi ve renkler geldi. Grilik bitti bir anda bu şehirde. Nefes almıyormuşum ben, oksijen geldi. Yaşamıyormuşum ben, hayat geldi. Geleceğime dair hedeflerim varmış sadece, hayallerim geldi. Yakıp yıktığım köprüleri tamir etmiş bile, yollarım geldi. O yokken ayaklarım hep daha sert basmış yere düşersem kim kaldırır korkusuyla, kanatlarım geldi. Yıllarca olan biteni biriktirip başıma neler geldi deyip ona ağladım, gözyaşlarım geldi. Yeri hiç değişmemişti, hayatımın merkezine geri geldi. O geldi ve ben bana geldim.


Geride bıraktıklarımıza dönüp bir kere bile bakmadan.


Ne çok pranga eskitilmiş yıllar boyu. En çok bileklerinden öptüm bu yüzden.


Bilmediği bu şehre gelip beni yemeğe çıkardı. 2 kadeh şarap ve uzun soluklu sohbet. Anlattı her şeyi tane tane. Dert ettiğim her şeye çözümleri vardı. İstanbula dönmek istemediğimi bildiğinden hayatını bile bu yönde şekillendirmeye hazırdı. Sen Zeynep'sin dedi. Sen hep başkaydın dedi. Benim diyemediğim her şeyi o dedi. Ben ona sadece minnet dolu bakışlarla bakabildim. O bakışlarımı anladı. Cankurtaranım, yol arkadaşım.

Onu tanıyalı 10, aşık olalı 6 yıl oluyor. Ne dilimden ne kalbimden düştü geçen zamanda. Ve ben kendimi bir anda onun dizlerine yatmış buldum. ''Sonrası'' ise gerçek olamayacak kadar güzel, rüya olamayacak kadar derin.



Teşekkür ederim.

https://open.spotify.com/intl-tr/track/4JKFab0j6szsmQFB5qQzx0?si=6aaace1fb8a44633


Çok.

https://open.spotify.com/intl-tr/track/7itO53A67K3FDQD3LHU0te?si=88b5d93e62df4422