Mustafa Ali'nin boğazında bir elbise hıçkırıkla düğümlendi

Gövdesini serdiği miskin yamaca bir an ağır geldi

Vadiler gölgelendi, uzaktaki evler büyülendi

Sonra ışıkları açtılar gözlerine inandı Mustafa Ali

İnce bilekler, altın yüzükler

Sen de biliyorsun değil mi? Diye bana sordu

Alnına dokundu, ne yazıyor? Yine bana sordu

Biz bilmeyelim bırak yeryüzü devran etsin

Perşembenin bile çarşambadan alacağı vardır

Bir çaputu şu ağaca yine bağlarsın Mustafa Ali

Göklere el açarsın ellerin var oldukça

Huzurun hiçbir parçası alnına denk düşmüyor

Serçeye kanadının kırılacağını anlatmak gibisin


Yüzüne cemre düşecek diye umutla geçtiği diyarlardan

Soğuğun aldığı çiçeksin, köklerine döküleceksin

Gidelim hadi dedi canına tak eden şeyleri vardı

Mustafa Ali nereye gitse ayakları gerisingeriye

Neyi düşünse gönlü düğün yerinde

Gitmeyi beceremeden bağcıkları bile tersine bağlı

Kaldı, epey bir zaman bir yol aradı

Sonra bir yamaç buldu kendine son birkaç fotoğrafı cebinden aldı

Bu akşam farklı bir yas vardı gönlünde

Bu akşam ay bile göz ucuyla Mustafa Ali'ye baktı


Bir yamacın ucuna serip gövdesini

Bitmeyen kavgasını yıldızlara doğrulttu

Mustafa Ali'ydi bu, siz Mustafa Ali'yi bilmezsiniz

Şakasıyla karışık tereddütleri

Ne kadar derdi varsa alır cepleri

Ben onu hiç kimsesizliğinde tanımıştım

Elle tutulmaz varlığı ile kimseye ne zaman ne mekandı

Baştan ayağa ziyandı