Ben onların aklına uydum.

Ben onların aklına kandım.

Kandırıldım.

Üzgünüm.

Hayır, başka türlü olmasını istemedim. Boğulmak istedim. Senin gibi yani, senin gibi olmak istedim, olmadı, boğulamadım, yaşıyorum. Yaşamayı oldukça istediğim bir dönemdeyim. Boğulmadığıma göre yaşamayı istemeliyim, öyle belki. 

Geçen ay bir otobüse bindim. Kırmızı renkli, biraz pis bir otobüse bindim. İçinde kendimi kalbimde gibi hissettim. Benzettim yani birbirine ikisini. 

Otobüste sol çaprazıma bir kadın oturdu. Sağa otursaydı daha kolay fark ederdim, hep sağa doğru bakarım. Sağa dönüp uyurum mesela, sağa bakarak yürürüm, solum yoktur, yani vardır ama ben görmem, o yüzden yoktur, olsa da bir şey değişmez çünkü benim için.

Oturan kadın, bakışlarımı fark etmedi. Biraz salaktı sanırım. Sana bakan birini nasıl fark etmezsin, diye bağırmak istedim yüzüne.

”Baksana, ben buradayım!”

Bakmadı, baksaydı da baktığı için kızardım.

Kadının kolundaki çantaydı aslında dikkatimi çeken. Herkesin kolunda gördüğünüz çantalardan hiçbir farkı yok yani. Eskimişti biraz, dikkatimi de o yüzden çekti.

Çantayı tuttuğu yer o kadar eskimişti ki!


Gözlerim çantanın üstünde kaygan bir yüzeye bakar gibi kayamadı. Takıldım, sürekli takıldım bakarken. Bakışlarıma virgül koydum, sürekli takıldım, nefes alıp verişim de değişti takıldıkça. Çantanın önünde saygıyla eğilmek istedim. Benden çok yaşanmışlığı olduğu için ondan öğrenmek, onu dinlemek istedim. Nasıl olmuştu üstündeki çizik, anlatsın diye yalvarmak istedim.

Biri mi kesmişti, kadın mı çarpmıştı, bir kedi mi tırmalamıştı, bir sandalyenin sivri kısmıyla giriştiği bir savaştan yaralı mı çıkmıştı, hepsini öğrenmek istedim.

Eskimiş olduğu için biraz da kıskandım, buna cesaret edebilmesini kıskandım yani, eskimiş görünmeye utanmadığı için.

Ben utanıyorum.

Çantayı görünce içimde öyle bir yer hareket etti ki sanki kendimi görür gibi oldum. Kendimi görmesem de kendimi “görebilecekmiş” gibi hissettim, o an yaşadığım heyecanı size anlatamam. Sanırım otobüsün hareketlerinin de etkisiyle çantaya baktıkça o da baktı, o baktıkça benim midem bulandı.


O bana bakmaya devam etti,

Ben ona bakmaya devam ettim,

O bana bakmaya devam etti,

Ben ona bakmaya devam ettim,

O bana bakmaya devam etti, 

Ben ona bakmaya devam ettim...


Sonra otobüsten indi, ben de ondan biraz sonra indim.

Yani, demem o ki, çantaya duyduğum saygı öyle bir dereceye geldi ki diğer çantaların o kadar yıpranmadığını gördükçe onları küçümsemeye başladım.

Olanca gücümle güldüm mesela Mehmet’in çantasına, sırtında taşıdığı aptal küçük canlıya. Gözü gibi bakardı Mehmet çantasına. Güldüm ben de, o gülmedi. Eskimekten korktuğu için kızdım, yani Mehmet eskimekten korkmasaydı çantası da onunla beraber gezer, beraber yıpranır, üzüldüğünde bir kenara fırlatılır, sevindiğinde sallanırdı. Mehmet eskiseydi çantası da onunla beraber eskirdi. 

Mehmet yeniydi, o yüzden güldüm ona yani. Yaşamayı bilmediğini çantasıyla bana itiraf ettiği için güldüm, o anlamadı.

“Ne var lan?” diye çıkıştı bana.

“Mehmetciğim, senin için üzüldüğümü sana söyleyemem, söylersem bana kızarsın diye düşünüyordum ama şimdi söylemeye karar verdim. Çünkü acınası, sürüngence hayatında bir gün eline alacak bir çantan kalmadığında, gidecek bir yer bulamadığında, evinden çıkmak için bir sebep olmadığında bu hayatın boyunca sadece kendini korumaktan başka bir şey yapmadığını yine de fark etmeyeceksin. Bu sefer evindeki koltukları korumaya başlayacak, onların üstüne oturmaktan bile çekineceksin. Binlerce liraya aldığın koltuğunu kaplatacaksın, pislenmesin diye. Tüm bunlar olurken hayatının nasıl tozlandığını fark etmeyeceksin. Sana üzüldüğümü göremeyeceksin Mehmet, görmeyecek ve görmek istemeyeceksin. Sana acıyorum. Eğer çantan kirlenmiş olsaydı yaşadım diyebilirdin Mehmet. Şimdi öl, ölmeni istiyorum Mehmet, başkalarının yerini kaplıyorsun.” diyemedim ben de.

Gülmeye devam ettim.


Mehmet’i bizim okuldan tanırdım, beni pek sevmezdi, yumruk atmasının sebebi de beni sevmemesiydi diye düşünüyorum. 

O günden sonra herkesin çantasını inceledim, olmayan arkadaşlıklarımı bitirdim bazılarıyla, çantaları temiz diye. Mehmet de bunlardan biriydi, belki arkadaşlığımızın olma ihtimalini bitirdiğim için üzüldü de attı yumruğunu, sanırım asla bilemeyeceğim.

Çantaların zamanla insanla olan bağlantısına hayran oldum. Günlerce çalıştım bu çanta deneyimin üzerine günlerce, günlerce, günlerce, günlerce, günlerce, günlerce, günlerce, günlerce, günlerce, günlerce, günlerce, günlerce, günlerce, günlerce, günlerce, günlerce, günlerce, günlerce, günlerce, günlerce...


Bu kadar gün çalıştım sanırım. Ben daha fazla çalışınca sıkılıyorum, günleri sevmiyorum.

Yani aklıma takılan asıl, aşınmış bir çantanın taşıdığı yükün kalbimde de yeşerip yeşermeyeceği üzerineydi. Benim bütün çantalarım yeni, aynı Mehmet’in çantası gibi. Güzel günler geçirmedim yani, saydım ya size kaç gün olduğunu, tam o kadar gün yaşadım ben, öncesinde olmadım sanırım. Yeniyim yani, aşınmadım, üzülmedim, gülmedim. Mehmet’e üzüldüğüm gibi kendime üzülmedim ama. Mehmet aşınmak istiyor, daha haberi yok ama istiyor. Çantasının önemini fark etmiyor. Anlatmaya çalışabilirim ama anlatamam, benlik bir mesele değil yani. 

Kandım diyorum diğerlerinin aklına, dediklerine, istediklerine, olduklarına... Hepsi kandırdı beni. Boğmaya çalıştılar ama onu da yapamadılar, yaşamak zorunda kaldım. Çok üzgünüm, özür dilerim senden yaşadığım için. Çantamı kirletme derdiyle kandım ama onlara. Dediklerini yaparsam üzülürüm sandım, koşarım, belki gülerim sandım. Üzmediler beni, keşke üzseydiler. O zaman var olurdum biraz, o zaman kayışım kopardı.

Şimdi çöpe atıldığımda hâlâ her yerim yerli yerinde olacak. Kopmayacak cebim, üstümdeki derim aşınmayacak. Olmamış gibi olacağım, beni kimsenin elinde hatırlamayacaklar. O kadar çok satılıyor ki benden, muhtemelen benim aynımdan görecekler ama beni, benim bedenimle derimi asla görmeyecek milyonlarca insan için çöpe atılma vaktim geldiğinde hiç olmamış olacağım.

Birinin kafasına düşmek isterdim, bir köpek üstüme işesin, yağmurda şapka olayım, benimle dans edilsin, patlayacak gibi olana kadar içime tüm yükünü alayım bu dünyanın.

Yüküm olmadan bomboşum, ben yokum. Doldursalardı içimi, eskitselerdi beni, belki rengim solardı, belki tiftik tiftik olurdum ama beni görenler kime ait olduğumu bilirdi. Biri beni sahibime geri götürürdü, insanlar dokunurdu bana. Şimdi yokum, hiç olmadım.