sevgilim,

ben seni sevmesem alkole başlar şehir

sigaraya müptela olur ayakkabı boyayan o

esmer kız

bir son olur usulünce akan nehirler

sonu olmayan

alnıma bir kurşun sıkarlar o şafak vakti

 

sevgilim,

ben susmak istedim şehirler konuşmaya başlayınca

ölüm bir taze gelinliktir yakışır sana

daha önce hiç bu kadar gülmemiştim

tanrı'm

hiç bu kadar

çirkin şehirleri

hiç bu kadar görmedim

işvebaz biri olur ben gülünce o esmer kız

boyacı,

itikadım freud için bir tatava

kız için sahte nostalji

benim içinse adem ile havva

yakıştı havva

yakışırdı muhammed mustafa...


ben gidersem şehir alkole başlardı

ben ölünce sigarayı unuturdu annem

ben gülmeyince sevmezdi şehir

bir tarçın gözlü kız

esmer,

boyardı boyuna devrimci duvarlarını şehrin

ne çok su tutardı ölümüm

karanlık bir bozkırda kuyular kururdu

ben ölünce

bir genç kız atlarını alır başkaldırırdı

bu nobran çağa

fiyakalı bir kaçış olurdu

bir taşralı kız bu dağlarda yalnız ölür

ve bir cilalı ölüm

suçlu bir ifade gözlerinde

şaşardım ben dağlara bakınca

rastlardım mavi bir suça ismet özel şiirlerinde 

sayfalarında anardım yalnızlığımı

kentinde bulurdum ölümümü

bundandır o şehre dönmeye meylim

mezar

işte ben

işte şu apartıman

işte annem ve taşra

yetişemiyorum saatlerin gösterdiği o saate

çıkıp gidiyorum semtin oralı olmayan yollarından

dedim ki sen belki

belki sen

bir mart ayı devletin yasaklarında

severdin

şayet gitmemiş olsaydı babam

muhammed mustafa'ya...


bir şairin doğması ile doğmaması arasındaki o kapılara giderdin

yıllar girerdi onun yalnızlığı ile kapılar arasına

bu resimden konvoylar geçerdi

ve ben babamın ellerini çekerdim o katil perdelerinden

şiir yazar, okumayı dilerdim okuyamazdım

kanayan bir öfke olurdu şehir sonra

yeniliyorum ona

yenilmiş miydim kalu bela'da sırf bu yüzden

sözüme sadık mıydım

on dördüncü asırda?


sevgilim,

sen bunu okuduğunda bir çiçeği ezmiş olmalı ellerin

bir kış bunu düşünmüş olmalı


sevgilim,

bir boyacı kız sevmeli ellerin

esmer