Uzun yollar aşan, nice gönül kervanından geçen, zamanın suretinde kaybolmamış hayaller kuran, umuda sürgün yaşayan... İşte o sensin, aynaya baktığında gördüğün kişi. 

Yaşadığın yaşta mısın, yoksa yaş aldığın yaşta mı?

Yaşanmayana yaşam denir mi? Yaşanmadıysa nasıl yaş alır insan hayattan? Ağlamak isteyen yüzüne inadına gülmedikçe, pişmanlık külleri gözlerinden göğe savrulmadıkça nasıl yaşadım dersin?

Hepsi bir bir hayatın içinden gelir, sonuna kadar sahip çık çünkü onlar seni sen yapacak, dayanağın olacak geleceğe dair.

Şimdi bunları anlamadan anlatılmaz ki çaresizlik. Sahi neydi o?

Bir tahterevalli, ne yana bıraksan yükünü yara alacaksın kalbinden. Sağın solun sobelenmiş, kaçamazsın da, içindeki çocuğa sarılırsın. 

O seni saklar, değişmez sahte oyuncaklara. 

Taşacak sanırsın içinde dolan derin kuyular. Kurak topraklara ab-ı hayat gerek, nasıl filizlenir yoksa gönül bahçesine ekilen tohumlar? Seraplar görürsün gerçek dünyanın içinden sıyrılan. Bir damla olsa yetecekken, yokluğu ile adam eden, çaresizlik. 

Kırk kanadı kırılmış, yine de uçmaya niyet etmiş ürkek bir kuş misali. Onun çaresi uçan yüreğinde, peki sizin çareniz nerede?

Çaresizliğinize bir kalp verebilir misiniz? Cevap içinizde, orada yalansız bir devlet hüküm sürer. Buyruk sizde; haydi kalbinize, yani çarenize iyi bakın.


Çaresizlere selametle...