Beş dakika önce verdiğim siparişi beklerken etrafımdaki insanları, dekorları, havada uçuşan çeşitli yemek kokularını ve ben gelip oturmadan önce büyük bir özenle teker teker silinip masaya yerleştirilen çatal ve bıçaktaki karamsar, hüzünlü aynı zamanda da sabırsız bakışlarımın yansımasını incelemeye koyuldum. Ben kendi bakışlarımın derinliklerinde bir yerlerde hapsolurken hayat ne kadar acı verici ve durmuş gibi gelse de aslında her şeyin bir şekilde akışında devam ettiğinin farkındaydım. Ama ne kafamdaki karmaşadan ne de kendimi kendi içime hapsetmekten kaçamıyordum. Buraya gelmemin asıl sebebinin bu olması ve son çaremin de buraya gelip tekrar ümit beslemeye çalışmam olması, kendimi ne kadar acınası hissetmeme sebep olsa da ölmemek için, en azından kendi hayatımı kendi ellerimle sonlandırmamak için katlanacağım şeylerdi. Buraya oturmuş yarım saattir tekrar ümit etmeyi düşlemem dahi aslında bu planın işe yaradığının ufak bir göstergesiydi. Yaklaşık kırk dakikanın sonunda son ümidim gayet sıradan çiçekli bir tabağın içinde önüme gelmişti. Dışarıdan bakıldığında yemeğiyle bakışıp duran bir kaçık gibi görünsem de aslında son çaresinin ona gerçekten iyi geleceğine kendini inandırmaya çalışan zavallı bir adamdım. Elimin titremesine engel olmaya çalışarak bir kaşık aldım. Karışım kaşıktan ağzıma nüfuz ettiğinde Ahmet'in ümit anlayışıyla benim ümit ve çare anlayışımın taban tabana zıt olduğunu anlamam bir oldu. Bir anda içimi dolduran pişmanlık hissiyle birlikte gelen her şeyin sona ermiş olmasının verdiği rahatlık tarif edemeyeceğim bir ızdırapla ve nefesimle birlikte son buldu.