yorgundu. bir haftadır gözüne beş dakika olsun uyku girmemişti. durmadan bacaklarını sallıyor, ellerini birbirine sıkı sıkı kenetliyordu. ne yapacaktı? elini tutup destek alacağı bir kişi dahi yoktu. bunca zaman destek olduğu kişiler, sevdikleri neredeydi? ya diğer günahlı? nasıl da işin içinden sıyrılmıştı... görmezden gelerek yok edebileceğini sanıyordu ama vardı, oradaydı. saate baktığında randevuya yirmi dakika kaldığını gördü. daha fazla dayanamayacaktı. stresten buz gibi olmuş ellerini birbirine sürterek içeriye girdi. 


lavaboyu bulup sıcak suyla ellerini yıkadı. az önce donmak üzere olan elleri bu kez de yanmaya başladı. avuç içleri karıncalanıyor, huzursuzluk veriyordu. ellerini kaşıyıp huzursuzluğu gidermeye çalışırken gözyaşları aktı. neler oluyordu? mutsuz değildi. suçlu hiç değildi. sadece elleri kaşınmıştı ve rahatsız hissediyordu. ağlamasının tek nedeni buydu. yalnız değildi. sadece beş dakika içinde her şey düzelecekti. dayanmalıydı… söylemesi ne kadar da kolaydı… kendi kendini teskin etmek, kendine inanmadığın sözler söylemekse bir o kadar zor. gözyaşları akarken lavabodan çıktı. utanmıyordu.


yapması gereken tek şey beklemekti. on iki dakika vardı. on iki. boğazının görünmeyen bir elle sıkıldığını hissetti. duvarlar, insanlar üzerine üzerine gelirken biri odadan ağlayarak çıktı, onu öyle görünce daha da irkildi. o da mı öyle olacaktı? boşluğu seyrederek ağlamaya devam etti. bir eli karnında, diğer eli saçındaydı. saati yeniden kontrol etti, üç dakika vardı. saati fark etmesiyle adını duyması bir oldu. hayır, bu kadar erken olamazdı. onunla bu kadar erken vedalaşamazdı. saçındaki elini indirdiğinde elinde bir avuç saç olduğunu fark etti. karnındaki eli ise sırılsıklamdı. titriyordu, korkuyordu ama yapabileceği başka bir şey de yoktu. yavaşça yerinden kalktı. gözyaşlarını silip odaya girdi.