Gerektiği zaman halı saha ekibini ağırlayacak kadar büyük ama dedemden de yaşlı bir öğrenci evindeydik. Sıradan öğrenci evlerinden de halsizce bir evdi. Musluğu dokunmatikti. Dokunduğun an nereye gideceğini bilmediğin sular etrafa kurşunlar gibi dağılırdı. Kombinin haftalık sözleşmesi var gibi tamir için haftada en az bir kez arıza verirdi. Koltukların çıkan yay uçlarının kaç tane pantolonumuzu yırttığını bilmiyorum. Evimizin sokağında bulunan terzi, dikiş makinesini ilk defa biz taşındıktan sonra değiştirdiği için kaç pantolon olduğunu iyi bilir. Televizyonumuz gerçekten tokat yemeden çalışmayan türdeydi. Görüntüsü ile akıl alacak şekilde bir televizyondu. Aynamızda biraz televizyona özenmek istemişti sanırım. Evden çıkmadan bir gün geçirirsem insanların ağız ve gözlerinin farklı yönlere baktığını düşünüyordum. Çaydanlığımızın tarihi eser olduğunu düşünüyordum. Düşünmekle de kalmadım. Bursumuz bittiğinde tarihi eser olarak satmayı da denedim ama beğenmediler. Çok yıprandığı için fazla para vermediler. Hesap yaptığımda yeni bir çaydanlık da alamayacağımız için vazgeçmiştim.


Önceki gün ders çıkışında biraz işlerim olduğu için eve geç gelmiştim. Geldiğimden beri aynı koltuktaydım. Sabah okula gitmemiştim. Gün boyu da yerimden pek kalkmayı tercih etmedim. Arkadaşlarım geldikten sonra yemek, bulaşık gibi şeyler için kalktım ve yine yerime kurulmuştum. Evimiz halı saha ekibi ağırlayacak kapasitede olsa da asıl kadromuz dört kişiden oluşuyordu. Arkadaşlarımdan ikisi aynı odada kalırlar ve aynı sınıftalardı. Her ikisi de yoğun bir hafta içerisinde oldukları için çayımızı yapmışlar ve içmeden de uyumaya çekilmişlerdi. Çay sırası onların, yemek sırası da benle diğer arkadaşımındı. Saat, gece yarısına yaklaşıyordu. Geriye kalan iki kişi olarak çaylarımızı içiyor ve konudan konuya geçiyorduk. O ana kadar her bardağımda arkadaşımın da çayının bitmesini hesap ederek içmiştim. Bu yüzden çay doldurmamıştım. Son bardağımda ise ayarsızlığım nüksettiği için çayım, arkadaşımın çayından önce bitmişti. O arada sohbetimiz de kesildiği için sessizce son yudumunu almasını bekledim. Son yudumu için bardağı ağzına kaldırdığı esnada yine anı tutturamadığım için bardağın dudağına teması henüz gerçekleşmeden konuştum.


"Bana bir çay doldursana."

"Kalk, kendin al çayını abi. Bu evde eşitlik var. Şu an çaydanlığa bile eşit mesafelerdeyiz."

"Öyle mi, kardeşim? Eşitlik, sen sıcak suyla bulaşığı yıkarken benim soğuk suyla bulaşık duruladığım esnada yıllardır kazma-kürek bile tutmamış ellerimin soğuktan çatlamasına sebep olmak mı? Ayrıca, çaydanlığa burnumuzun ucundan çizilen doğrular, aynı ölçüde olsa bile benim çaydanlıkla aramda şu anlamsız kovaya benzeyen mermerimsi yapı engeli var. Eşitlik göremiyorum ben burada."

"O mermerimsi dediğin şey, özel taşlardan yapılmış estetiği olan bir vazo. Sen ne anlarsın ki estetikten, güzellikten. Bulaşık yıkarken üstlendiğimiz rolleri de sırasıyla değiştirebiliriz. Böylelikle eşitliği sağlamış olacağız. Son olarak, ulaşmak istediğin hedef ne kadar zorsa hedefe ulaştığında o kadar haz alırsın. Benim doldurduğum çayın bana olan faydasıyla sana olan faydaları eşit değil."

"Başımıza iktisatçı kesildin. Estetik arıyorsan çaydanlıkta da var güzel kardeşim. Bak, sihirli lambanın cini çıkmış da çay dilemişiz gibi. Farklı dünyaların içerisine çeken bir görüntüsü var. Bugüne kadar durulama rolünü hep ben üstlendim. Belki yarın eşitlik sağlanacak ama benim kaybolan günlerim ve pürüzsüz ellerim nerede? Adalet nerede?"

"Adalet istiyorsan ben de senin kadar durulama rolünü üstlenirim ve bu konu burada kapanır."

"Kardeşim, senin ellerinin pürüzleriyle benim ellerimin pürüzlerinin eşitlenmesi adaleti sağlamaz. Hem sen o ellerine hiç baktın mı? Onlar zaten doğuştan pürüzlü gelmiş sana ve çatlamaya hazır. Ben, bu eve birlikte taşındığımızın gün pamuksu ellerimi kaybetmeye başladım. O günün ellerini istiyorum. Adaletsizlik orada başladı. Adalet olmadığı için de eşitliği sağlayamadın."

"Benim ellerimin yapısı sert ve emek kokan eller. Ben senin gibi düşünmüyorum. Eşitliği sağladığımızda adalet zaten olacaktır."

"Emek mi kokuyor, ellerin? Aynı sıvı sabunu kullanıyoruz. Gel, kokla ellerimi aynı kokacak."

"Al, sen kokla. Sigara kokuyor senin ellerin."

"Kalkmışken oturmadan şu çayımı doldur."

"Doldurmayacağım abi. Çok istiyorsan o koltuğa yaydığın koca vücudunu da hareket ettireceksin."

"Ya beyler! Bu ne gürültü? İlk defa bir gün erken uyuyayım, dedim. Ömer de orada şarkı açmış, güya uyuyacaktı ama beni de uyutmadı. Derdiniz ne?"

"Gelmişken bana bir çay doldursana."

"Ya doldurma kardeşim. Kalksın alsın. Sen hizmetçisi değilsin."

"Ben kimseyi hizmetçi olarak görmüyorum. Senin zihniyetin öyle çalıştığı için bunu söylüyorsun."

"Ben doldururum siz yeter ki bağırmadan sessizce konuşun. Ayrıca bu çayı az içseniz bu kadar öfkelenmezsiniz. Çay sinir yapar da çay kalmamış ki."

"Karşımda lak lak konuşurken çay buharlaşarak bitmiş. Yeni çay demle o zaman sizin sıranız bugün."

"Öyle şey olur mu? Biz çayımızı yaptık. O zaman yarın ben çayı döker döker demletirim sana. Mantıklı olur mu? Böyle bir sistem var mı?"

"Evet, abi. İşte sorun, sistemsizlik. O sistem olsa bu adam bugün çayını kendisi doldururdu. Sistemin yanlış işleyişi eşitliği engelliyor. Böylelikle adaleti de sağlayamıyoruz."

"Bir bardak çay için burada filozof kesildin. Sayın filozof, ben çayı açık içerken sen demli içtin. Bu durumu adaletle mi, eşitlikle mi, yoksa sistemle mi açıklayacaksın? Uygulamadığınız şeyleri konuşmayın kardeşim. Ben o adaleti sağlamak için en az üç bardak daha çay içmeliyim."