William Golding Nobel Edebiyat Ödüllü bir yazar bildiğimiz gibi. Çok okunanlar arasında mı kitapları bilmiyorum ama kendi adıma beğenerek okurum eserlerini.
Çevirmenin de bence oldukça isabetli kararıyla Ceberut Martin olarak dilimize çevirdiği kitabını okudum yakınlarda. Hala da etkisinden kurtulmuş değilim.
Martin, ahlâki değerlere sahip biri değildir aslında.
Romanın ilerleyen bölümlerinde hatırlamalar, kendiyle konuşmalar sırasında öğreniyoruz bunu. Çünkü kitap bir olay örüntüsü olan, bir düzlemde devam eden bir kitap değil.
Örüntü demişken aklıma geldi, asıl metni bilemiyorum ama çeviride örüntü kelimesi dikkatimi çekecek kadar çok kullanılmıştı.
Neyse, konuya dönelim.
Savaşta bir geminin vurulmasıyla başlar hikaye ve mürettebattan sağ kaldığını düşünen kahramanımızın zihninde yaptığı mücadeleyi anlatır. Sağ kaldığını düşünen diyorum çünkü son bölümde aslında gemi battıktan hemen sonra öldüğünü öğreniriz. Bu da anlatılanların ölme anındaki ya da suya düştükten sonra ölene kadar geçen süredeki zihinsel faaliyetleri olduğunu düşündürür. Gemi vurulmuştur ve Martin bir mücadele vererek okyanusun ortasında bir kayaya çıkmayı başarır. Burası bir ada değildir.
Yani yazarımızın Sineklerin Tanrısı'ndeki adası, Robinson'un Hay Bin Yekzan'ın adası da değildir. Bir kayalıktır burası hepi topu.
Üzerinde hiçbir odunsunun bulunmadığı çıplak bir kayalık... Hatta bir kurşun kalem bile olsa bir odun parçasını arar Martin bir yerde. Bilinci yerindedir. Yerine gelir yani. Ama bu oldukça kendine güvenen, hayatının önceki dönemlerinin devamı olabilecek olan narsist, kibirli bir bilinçtir. Bilgisinin farkındadır ve bunun öneminin de. Hayatta kalması gerektiğini, akıl ve beden sağlığını koruması gerektiğini bilir.
Yazar, insanın varoluşsal sancısını vermek için neden okyanus ortasında bir kaya parçasını seçmiş ki diye düşündüm kendi adıma kitap boyunca. Aslında benim çıkardığım metaforlar da var bu konuda, ihtimal olacağını düşündüğüm. Belki gerçekte böyle bir düşünce yoktur yazarın aklında, bilemiyorum tabii.
Ama dünya büsbütün okyanus ortasında bir kayalıktan, insanın verdiği mücadele de orda verilen mücadeleden çok da farklı değildir belki dedim. Doğrusu dışarıdan bakıldığında dünyaya o kayalıktan daha farklı gözükmedi çünkü. Bilinen bir sona rağmen hayatta kalmak için yapılan mücadele de öyle...
Dahası nerede olunduğu bilincine varılınca akıl sağlığını korumak oldukça zor her iki durumda da... Yani dünyada da kaya parçasında da...
Martin merkez dediği bilinciyle konuşur, pencere dediği gözleri bazen pusludur, dışarısı net gözükmez. Ağız ayrıca vardır, beden ayrıca. Bir el ötekini bulur mesela ya da bir bacağın yanına varır.
Yani duyu organları, bilinci, bedeni ayrı ayrı varoluşmuştur, hatta bazen biri diğerine rağmen hareket eder. Deli olmanın alametlerini bilir; ortaya çıkışını, ilerleme sürecini de... Kendinde bu aşamaları görür zaten ve delirdiğini kabul eder. Merkez uzun süre mücadele etmiştir ama, bedeni kaya kovuğuna sürükler bazen, bazen ağızdan çıkan hırlamalara rağmen fonda orkestra çaldığını duyar. Bu zaman zarfında geçmişiyle de yüzleşir Martin. Küçüklüğünde korktuğu bodrumu tasvir eder ve şimdiki korkularıyla birleşirler. Anlaşılan odur ki öncesinde bir tiyatroda çalışmaktadır kahramanımız. Eğitimi, zekası, gösterişli fiziki yapısı nedeniyle de istediği her şeye ulaşır ya da zorla alır.
Ölçüleri içinde ahlâki değerler yoktur. Bir vicdan ve onun getirdiği sınırlama da. İd diye adlandırılan ilke elde etme güdüleriyle hareket eder. Savaş çıkmıştır ve gönüllü olmasa da orduya katılır. Deniz kuvvetlerinde teğmendir. Ta ki gemi vurulup kendisi okyanusta suya düşene kadar... Önceki ölçüleriyle yaşar hayatı. Kurtarılacağını beklediği kayanın üstünde bir cennetin, Tanrı'nın kendi bilinci tarafından yaratıldığını düşünür ve yine de öfkelidir bunlara.
Sonunda kahramanımız önce sabırla, sonra öfkeyle beklediği kurtarılma gerçekleşmeden hayata veda eder.
Son bölümde ise cesedi bir kıyıda bulunur ve askeri mürettebattan aramaya gelenler Martin'in suya düşer düşmez öldüğünü rapor ederler.
Kitabın tamamında ayaklarınız asla yere sağlam basmaz.
Ne, nerede, ne zaman, kim, vb. sorular ya cevapsızdır ya da iç içe olduğundan ayırt etmeniz çok zor olur. Oldukça büyük bir sabır istiyor kitabı okumak bana kalırsa, bittikten sonra kendinize gelmeniz ise daha büyük bir gayret.
Ki sonunda, Elburz dağından Keykubad'ı getirerek İran tahtına oturtan Zaloğlu Rüstem'in Efrasiyab'ın komutanı Kalun'u yenilgiye uğratıp 'beynini akıtarak intikamını aldığını' anlatan Şahname ya da Binbir Gece Masalları okumalı, William Golding'in Ceberut Martin'inden sonra, yoksa okyanus ortasında bir kayada deliren Martin'in hikayesi beni de deli edecekti dediğimi itiraf ediyorum...