-Dede, eskiden de denize gider miydin? Dalar mıydın sonsuz zannedilen hülyalara, zevklere?


-Gitmez miydim oğul, dalardım denize. İnsanı bu dünya denen geoit yerden bir anlığına uzaklaştıran yahut öyle zannettiren, insanın içindeki uçma isteğini suyun kaldırma kuvvetiyle vuku bulduran denize dalınmaz mı? Hatta bununla ilgili sana bir anımı anlatıvereyim...


Asım amcanı bilirsin. Kendisi Türkiye markası bir tur firmasının şoförüydü zamanında ki emekli oldu şimdi. Pek de görüşmeyiz. İşim de olmaz zaten Asım ile. Asım amcanda büyük bir deniz korkusu vardı. Kendini denizden muhafaza ederdi. Denizin sarhoşluğundan korkardı herhal. (Poseidon'un kendisini başka bir hayatta cezalandıracağından da korkar olabilir miydi ki?) Neyse, kendisi bir gün "Yahu Cebrail ben yarın gece bir sahil kentine yolcu götüreceğim, sen de bana eşlik eder misin?" diye sordu. Elbette, dedim, çıktık yola.

Denizi ilk gördüğümüz yerde durduk. Sahilde Asım'ın ayağını dahi denize sokamaması beni irite etti. Kendisi adı üstünde Asım'dı, muhafaza etmeliydi kendini. Benimse... Denize dalmamla müptelası olmam bir oldu. Haftada üç gün; kimi hafta dört gün... Sonrasından korona vardı zamanında, o patlak verdi. Biraz ara verdik o zamanlar. Ama o zamanlar da ne deniz beni unutabildi ne de ben denizi... Deniz dostunuz değildir derlerdi hep bize de. Boğulanlar olurmuş. (Poseidon'un da kesin emri varmış; deniz, anasıymış kötülüklerin.)


Pişmanlık duyarım belki ileride. Bütün acıları kümelenmiş bir yağ tabakasını andıran hüzünleri bir an için de olsa bu yerkürede bırakıp yükselmek denizin içinde bir 10-15 santim kadar... Şimdi de üç aydır denize daldığım yok. Ömrüm el verdikçe girmek isterim; dalmak, sonsuz zannetmek o şaşaalı hülyayı...