Çürümüş et kokusu. Yoğun ve pis. İki ayağımı da hissetmiyorum. Soğuk. İki avcumu dolduran, parmaklarımın kenetlendiği ahşap silindirlerin ne olabileceğini saptamaya çalışıyorum. Korkuyorum. Uyanmam gerek. Göreceğim manzaraya kendimi hazırlayıp göz kapaklarımı araladım. Gözlerimde kırılan en ağır renk, yeşil. Gökyüzünün yakasına bir broş gibi iliklenmiş dolunay, etrafı biraz olsun aydınlatıyor. Görebildiğim tek şey cesetler. Uçsuz bucaksız bir ceset denizi. Eski bir teknenin üzerindeyim. Ayaklarım tekneye birer çivi ile çakılmış. Ellerimle kürekleri tutuyorum. Uzaklardan bir çığlık sesi yükseliyor. Sesin geldiği yöne doğru kürek çekmeye başlıyorum. Küreklerim ölüleri parçalarcasına çarpıyor cesetten yüzeye. Kafamı biraz kaldırıp ölü insanların yüzlerine odaklanmaya çalışıyorum. Kahretsin! Ben bu insanları tanıyorum. Hayatımdan geçenler, geçip de gitmeyenler. Doğumumdan itibaren gördüğüm her surat dalgalanıyor altımda. Çığlık sesleri ardı ardına karışıyor gökyüzüne. İlerliyorum karanlığa doğru. İlerledikçe, karanlığın tam ortasında kırmızı bir parıltı beliriyor. Sigara alevi gibi. Orada ne olursa olsun, ulaşmam gerek. Küreklerim yüzeye çarptıkça üzerime kan ve et parçaları sıçrıyor. Ağır ağır ilerliyorum. Ben yaklaştıkça, sigara alevi büyüyor. Bir meşale mi? Yalnız olmadığımı bilmek biraz olsun umutlandırıyor. Umarım ki yalnız değilimdir. Kollarım ağrımaya başladı. Giderek güçsüzleşiyorum. Diz kapaklarım sızlıyor. Çığlık sesi belirginleşmeye başladı. Ateş büyümeye devam ediyor. Tok bir davul sesi yankılanıyor ateşin etrafından. Davulcu, her çığlığın öncesinde bir kez vuruyor tokmağını. Ateş büyüdükçe etrafını seçmeye başlıyorum. Küçük bir adacık. Adacığın ortasında koca bir incir ağacı var ve yanıyor. Ağacın gövdesinden ayrılan iki kolunda ellerinden zincirlenmiş biri var. Çığlıkların sahibi. Çırılçıplak bir şekilde asılı duruyor, alevler bedenini yalıyor. Yüzünü henüz seçemiyorum. Yanan ağacın etrafında yedi kişi var. Tokmak davula vurdukça bir adım atıyorlar. Yaklaşıyorum. Tekne kıyıya çarpıyor. Yüzleri peçe ile kapalı, siyahlara bürünmüş yedi kişi beni görüp duruyor. Davulu taşıyan bana doğru dönüyor ve davula bir kez vuruyor. Ardından diğerleri de düz bir sıra halinde bana doğru dönüyor. Hepsinin gözleri sarı. Parıldıyor. Çığlık kesiliyor. Kafamı kaldırıp dikkatlice bakıyorum. Korkuyu iliklerime kadar hissediyorum. Her zerrem kaçmak için beynimi acı ile uyarıyor. Ayaklarımı hareket ettiremiyorum. Korkudan boğazım düğümleniyor. Ağacın gövdesinde yanan, benim bedenim. Davulcu bir kez daha tokmağını vuruyor. Diğer altı kişi hep bir ağızdan konuşmaya başlıyor.


- İlk döngünü tamamladın. Bakışlarında pişmanlık sezmiyoruz. Biz sana bir spatula verdik. Vicdanındaki kirleri kazıyarak arındıracaksın. Bu insanları sen öldürdün. Cesetleri çürüyene dek, bedenin yanmaya devam edecek. Şimdi git buradan. Git! Sonsuz azabınla baş başa kal ve düşün. Biz sana boğulman için bir deniz verdik. Şüphesiz ki, vakit geldiğinde boğulacaksın. Sen de bu zavallılar gibi çürüyeceksin. Git! Şüphesiz ki acı, seni arındıracak. Git!


Davulcu tokmağı vurdu. Adacık kayıp oldu. Cesetlerin arasında bir başıma kalakaldım.