Dünya belki de Tanrı’nın bize daha önce yaşadığımız hayatın cezası olarak sunduğu bir cehennemdi…

Bu kadar isyan, bu kadar şikayet, bu huzursuzluk, bu karmaşa, cehennemin bize sunduğu nimetlerdi.

Kötü, aksi insanların toplandığı bir toplantıydı belki dünya…

Anlaşmazlıklar, savaşlar, çıkarlar, menfaatler canını acıttığımız o masum insanların ahıydı belki de.

İnsanın insanı suçlamasından kolay ne var ki?

Senin beni suçlaman, benim seni suçlamam, onun diğerini suçlamasından kolay hiçbir şey yok değil mi?

Peki vicdanını susturabiliyor musun gerçekten?

Yani gerçekten bastırabiliyor musun her şeyi içinde?

Herkesi, onu, bunu, şunu bırak…

Kendi yüzüne bakabiliyor musun?

Bu ben miyim, bu kanayan yaraları ben mi akıttım diye hiç sorduğun olmuyor mu?

Kendi kendine bile konuşamıyorsun belki de çoğu zamanlar.

Susabildiklerinle rahatlamaya çalışıyorsun ama en ufak bir kıvılcım seni Tanrı’nın gönderdiği bu cehenneme geri göndermiyor mu?

Eni sonu kaçıp kaçabileceğin tek yer bu cehennem. Bunu unutmamak gerek bu yangın yerinde yaşarken…

Sonu acımasız biten ayrılıkların hüznünü yaşarken kendi vicdanının sesine kulak verdiğin oluyor mu mesela?

Yoksa sen de bu cehennemde yaşayan her varlık gibi insani duygularını mı yitirdin?

Dönüp ardına baktığın zaman gerçekten suçsuz ve bir ana rahminden yeni ayrılmış bir çocuk kadar masum mu görüyorsun kendini?

Unutma, belki o ana rahminden düşmüş cenin de Tanrı’nın cehenneme gönderdiği bir günahlı belki de?

Hepimiz bu zamana kadar masum doğup masum öldüğümüze inandık.

Böyle yetiştirildik.

Geleneksel mükemmel ailelerimiz bizi her zaman böyle büyüttü.

- Benim kızım yapmaz.

- Benim oğlum yapmaz.

Ailelerimizin yapmaz dediği her şeyi nirvanaya çıkardık.

Kötüydük. Kötü kaldık.

Gül veren yoktu belki ama dikene gülmeyi de öğrenemedik.

Cehennemin kehanetleri hepimizin kalbini kuruttu.

Olduğumuz noktadan ötesine de varamadı elimiz.

Koşmaya çalıştık. Düştük, yenildik, hırslandık, önümüze çıkan engele kızdık, onu suçladık amma ve lakin engeli görmeyen gözümüze laf ettirmedik hiçbir zaman.

Masumduk ya hani biz, hepsi o yüzden…

Sevmeyi de bilemedik aşkı da anlamadık. Cehennemi güzel hale getirecek bir bu duygu vardı onu da yalana, hileye, hurdaya karıştırıp unuttuk.

Ama her yerde ‘sevmek’ kelimesini kullanmayı da unutmadık değil mi?

Bizlerin en mükemmel özelliği de buydu zaten.

Bildiğimizi sanıp yücelttiğimiz bu kimliğimiz yiyip bitirmedi mi hepimizi?

Dünyanın neresine gidersek gidelim görecek ve öğrenilecek şeylerin varlığını hep hiçe saydık.

Çünkü biz her zaman ailelerimizin ‘o yapmaz’ dediği o mükemmel çocuklardık.