Hava çok sıcak… Berbat bir yaz akşamı. Bu yaz, bu yaşına kadar hissettiği en sıcak yaz. Hava gece gündüz boğuyor. Gündüzleri nefes almak, geceleri uyumak işkence.
Hava çok sıcak… Hava “cehnennem” gibi sıcak…
Bu akşam patronuna iş yemeğinde eşlik etmek zorunda olduğu için eve geç dönüyordu. 7 yıldır aynı şirkette yönetici asistanlığı yapıyordu. İşini keyifle yapıyordu ama bu akşam yemekleri bazen sıkıcı olabiliyordu. Bu da onlardan biri olmuştu. Sohbet, iş konuşmaktan çıkmış, hepsinin karısından şikayet ettiği bir dertleşme ortamına dönmüştü. Masadaki tek kadın olarak sık sık maruz kaldığı “kusura bakmayın ama siz kadınlar” ile başlayan cümlelere zoraki gülümsemelerle karşılık vermekten yorulmuştu tüm akşam.
Patronu kırklı yaşlarının sonunda bir adamdı. Saçları kırlaşmaya başlamış olmasına rağmen hala yaşından genç gözüküyordu. Yakışıklı sayılmazdı ama kadınları kendine çeken bir yanı vardı. Adamlardan biri otuzlu yaşlarda, kasıntı ve ukalaydı. Ondan hiç hoşlanmamıştı. Diğeri de kırklı yaşlardaydı. Nispeten daha katlanılır bir tipti.
Bütün akşam bir an önce bu yemeğin bitmesini ve eve dönmeyi sabırsızlıkla bekledi. Eve gidecek, bir süre kapıyı açar açmaz kedisini kucağına alıp onu öpücüklere boğacaktı. İşteyken onu çok özlüyordu. İki yıl önce yağmurlu bir havada bir köşeye sinmiş ve kısık sesiyle miyavlayan bir bebekken bulmuştu onu sokakta. Hiç düşünmeden sahiplenmişti. Kahverengi, beyaz ve gri renklere sahip, çok oyuncu bir tekirdi. Sonra kendini hemen duşa atacak ve ertesi gününü planlayıp her gece olduğu gibi kitap okurken uyuyakalacaktı.
Bunları hayal ederken patronunun “Hesabı alalım.” diye garsona seslenmesi ile derin bir nefes aldı. Nihayet bu işkence bitmişti. Nedense bu akşam diğerlerine kıyasla çok daha fazla sıkılmıştı. Üç adam ve o, hesabın ödenmesinin ardından kalktılar. Patronu ile adamlara arabalarına kadar eşlik ettiler. Onları uğurladıktan sonra patronu ona döndü ve “Seni bu akşam eve bırakamazsam bana darılır mısın, karım biraz mızmızlanıyor. Bir an önce eve gitmeliyim.” dedi. Evi ters yönde ve uzak olduğu için çoğunlukla yemek dönüşleri patronu onu eve bırakırdı. Bozuldu, bu yorgunluğun üzerine eve metro ile dönmek can sıkıcı olacaktı. Fakat hiç belli etmeden “Aaa, rica ederim, lütfen. Hiç sorun değil.” dedi. “Seni metroya bırakabilirim ama. Yolumun üstü olacak nasılsa. “
Arabadan indiğinde üzerine iyice ağırlık basmıştı. Sıcak zaten insanı boğuyordu. Elbisesi üzerine yapışmıştı. Topuklu ayakkabı nedeni ile birkaç kez sendeleyerek merdivenleri inmeye başladı. Metro sanki yerin yedi kat altında gibiydi. Ulaşmak için epey merdiven inmek gerekiyordu. Gideceği yöne doğru ilerleyip ulaşım kartını bastı. Son bir merdiven daha inip nihayet perona vardı.
Metronun geleceği zamanı gösteren göstergeye baktı ve “Lanet olsun 10 dakika mı?” diye kendi kendine söylendi. Demek bir öncekini yeni kaçırmıştı. Normalde sefer sıklığı beş dakika aralıklarlaydı. Ama gece 11’den sonra on dakika aralıkla gelmeye başlıyordu. Saatine baktı. 12’ye çeyrek vardı. Banklardan birine oturdu ve beklemeye başladı. Gerçekten çok fazla uykusu gelmişti. Başı önüne düşüyordu neredeyse.
Etrafına baktı. Yukarıda yolcular gördüğüne emindi ama şu anda bir kişi bile yoktu. Bunun tuhaf olduğunu düşündü ve tedirgin oldu. Metronun gelmesine daha çok olduğunu, mutlaka gelenler olacağını düşünüp kendinin rahatlatmaya çalıştı. Zaten uykusu tüm bu düşüncelere ağır basıyordu.
10 dakika geçti ve nihayet metro geldi. Metroya bindi. İçerisi çok sıcaktı. “Klimaların bozuk olduğu metroya denk geldiğime inanamıyorum.” dedi. Üstelik içerisi oldukça kötü kokuyordu. “Kimler biniyor bu metroya Allah aşkına, zombiler mi, bu ne koku?” diye söylenmeye devam etti. Burnunu boynundaki şal ile kapattı.
Derken metroda da yalnız olduğunu fark etti. Saat epey geç olduğu için herhalde diye düşündü. Uzun süredir bu kadar geç saatte metroya binmiyordu. Ama bu bölgede illa ki inen binen insanlar olurdu. Üstelik beklediği istasyon son istasyon da değildi. Belki de diğer vagonlarda vardır birileri diye düşündü.
Metro karanlıkta hızla ilerliyordu. Yerin altında camdan gördüğü tek şey zifiri karanlıktı. Birden bulunduğu vagonun ışıkları kısa bir süre yanıp sönmeye başladı. Bu onu iyice tedirgin etti. Tren bir sonraki istasyona yanaştı. Kapılar açıldığında genç bir adam trene bindi. Tedirginliği sürse de “en azından bir insan bindi.” diye düşündü. Adam onun oturduğu koltuğun çaprazında onun görebileceği bir yere oturdu. Üzerinde ceketi olmayan bir takım elbise vardı. Siyah kunduralar, siyah pantolon, dağılmış beyaz bir gömlek ve siyah askıları vardı. Taktığı fötr şapkanın altından dağılmış ve terden ıslak siyah saçları gözüküyordu. Dudaklarının arasında bir izmarit vardı. Endişeli gözlerle adamı incelerken adam ona döndü ve şapkasını kaldırıp onu selamladı. Korkmuştu ama karşılık vermezse daha kötü şeyler olabileceğini düşünüp adamı selamladı.
Tren bir sonraki istasyona ilerlerken ışıklardan küçük bir patlama sesi geldi ve ardından yine kısa süreliğine yanıp sönmeye başladı. Artık iyice korkmaya başlamıştı. Göz ucuyla adama baktı. Adam gayet sakin ve hatta kederli gözüküyordu. Sonra adamın bir şarkı mırıldandığını duydu:
-Stood still on a highway I saw a woman by the side of the road
With a face that I knew like my own, reflected in my window
Well, she walked up to my quarter light and she bent down real slow
A fearful pressure paralysed me in my shadows
She said: Son, what are you doing here?
My fear for you has turned me in my grave
I said: Mama, I come to the valley of the rich, myself to sell
She said: Son, this is the road to hell
Road to hell… Cehenneme giden yol… Ne demek oluyor bu şarkı şimdi, dedi içinden. Huzursuzluğu iyice arttı. Daha evine gitmek için inmesi gereken istasyona çok vardı. İnse bir sonraki metronun olup olmadığından emin değildi. Saat epey ilerlemişti. Bilmediği bir istasyonda da inmek istemedi.
Metro sıradaki istasyona yanaştı. İstasyondan elinde baston olan oldukça yaşlı bir kadın bindi. Kadının onca boş yere rağmen gelip karşısına oturması sinirini iyice bozdu. Zaten bindiğinden beri kadının yüzünde çok sinir bozucu bir gülümseme vardı. Gülümsemesi oturduğundan beri hiç bozulmadı. Sanki kadın ölmüş de yüzünde bu ifade kalmış gibiydi. Üstelik bindiğinden beri gözlerinin içine bakıyordu. “Merhaba” dedi. Belki kadın konuşur da şu ifade gider yüzünden diye düşündü. Ama kadın ne cevap verdi ne de yüzünde bir mimik kıpırdadı. Adama baktı. Adamın da ona kederle baktığını gördü. Hala şarkı mırıldanıyordu. Dudakları kıpırdadıkça izmarit aşağı ve yukarı hareket ediyordu.
Yerinden kalktı. Bir sonraki vagona doğru ilerledi. Dönüp baktığında onların hala aynı ifade ile ona baktıklarını gördü. Bu iyice canını sıkmıştı. Hızlı adımlarla bir sonraki vagona yürüdü. Tam vagona giriyordu ki önüne küçük bir çocuğun fırlaması ile irkildi. Elindeki topu onun burnuna doğru uzatıp “Top oynamak istiyordum.” dedi. Sonra koşarak uzaklaştı. Yaşlı kadın ve adamın olduğu vagona geçti.
Bir sonraki istasyonda inip inmeme konusunda kararsız kaldı. Çünkü artık iyice korkmaya başladı. Üstelik trendeki koku gittikçe ağırlaşıyor ve sıcaklık da artıyordu. Sonra durdu ve şunu fark etti. Bu tren iki istasyon yer altında gittikten sonra çıkıyor ve şehrin içinde gitmeye devam ediyordu. Ama şimdi hala yer altında ve karanlıkta gidiyorlardı. Kalbi hızlı hızlı çarpmaya ve soğuk soğuk terlemeye başladı.
Tren bir sonraki istasyona doğru ilerlerken her zamanki yolculuk anonslarından birini duydu: “Tren cehenneme doğru gider.”
Yaşadığı adrenalin ve korkunun etkisi ile yanlış duyduğunu sandı ve yüzünü buruşturdu. Ancak kadın sesi, anonsu tekrarladı: “Tren cehenneme doğru gider.”…
Bir sonraki istasyona yanaşırlarken ışıklar tekrar yanıp sönmeye başladı. Tren yavaşladı ve durdu. Durur durmaz “Burada olmaktan daha kötüsü olamaz” diye düşünüp kalktı ve trenden inmek için kapıya yöneldi. Kapı açıldı ve tam dışarı adımını atmak üzereyken içeri giren iri yarı, üzerindeki oldukça kaliteli ve pahalı olduğu çok belli olan şort ve tişörtten zengin olduğu anlaşılan bir adamla burun buruna geldi. “Affedersiniz, izin verir misiniz?”dedi. Fakat adam onun inmesine izin vermeyecek şekilde önünde dikiliyordu. “Allah kahretsin !” diye söylenerek diğer kapıya yönelmişti ki “Kapılar Kapanacak” anonsunu duydu ve yetişemeden kapılar kapandı. Dönüp öfke ile adama baktı. Fakat öyle bir şey fark etti ki o an dehşet dışında hiçbir şey hissedemedi. Adamın başının arkasından bir duman yükseliyordu. Ve kanla karışık barut kokusu geliyordu. Adam ona doğru yürüdü. Donup kalmıştı. Adam yanından geçip koltuklardan birine oturdu. Yanından geçerken ona “Bir sonraki durak cehennemin ta kendisi, orada inebilirsin, zaten son durak.”dedi. Dehşet içinde adamın arkasından baktı. Başının arkasında kurşun deliği olduğu anlaşılan bir delik vardı. Az önce gördüğü dumanın ve kan ve barut kokusunun buradan geldiğini fark etti.
O sırada az önce oturduğu ve adam, yaşlı kadın ve çocuğun olduğu taraftan top sektirme sesi geldi. Çocuk “Top oynamak istiyordum.” diye haykırmaya başladı. Haykırırken ağzından kanlar fışkırıyordu. Şarkı mırıldanan adam yerinden kalktı ve sendeleyerek ona doğru yürümeye başladı. Onun da ağzından köpükler ve yeşil bir sıvı akıyordu. Artık korkudan çıldırmak üzereydi. Yaşlı kadına baktı. Hala aynı ifade ile gülümsüyordu. O da ayağa kalktı. Şimdi üçü de ona doğru yürüyorlardı. Yaşlı kadın yürürken etleri lime lime dökülüyordu.
Artık dayanacak gücü kalmamıştı. Hemen geri döndü ve iri yarı adamı da geçerek bir sonraki vagona doğru çığlık çığlığa koşmaya başladı. Şimdi adam dahil dördü onun peşinden geliyordu. Vatmanın olduğu vagona geldiğini fark etti ve haykırarak onun olduğu yere doğru koştu, kapıyı açması için yumruklamaya başladı. Vatman onu duymadan treni sürmeye devam ediyordu. Tren hala çok sıcaktı ve artık koku dayanılmaz hal almıştı. Işıklar patlıyor, yanıp sönüyor, tren gürültü ile sallanıp karanlıkta ilerliyordu.
Kapıyı yumruklamaya devam etti. Tren yavaşladı ve durdu. Nihayet vatman yerinden kalktı ve dönüp kapıyı açtı. Açması ile birlikte dehşeti katlanarak arttı. Artık bağırmaktan sesi kısılmıştı. Bir kez daha donup kaldı vatmanı görünce. Upuzun boyluydu, yarı insan-yarı hayvan mitolojik tasvirler gibiydi. Ayakları tıpkı bir keçininki gibiydi. Kafasında devasa bir boynuz vardı. Gözleri kocaman birer alev topu gibiydi. Simsiyah giyinmişti. Sivri tırnaklı ellerinden birini görünüşüne tezat bir kibarlıkla ona uzattı. “Cehenneme giden metroya hoşgeldiniz, sizi ağırlamaktan mutluluk duyarım. Fakat giriş için tek bir şeye ihtiyacım var. O da sizin canınız.” dedi ve korkunç bir kahkaha attı. “Sen…dedi, sen şeytansın.” “Ta kendisi, memnun oldum güzel hanımefendi.” dedi Şeytan. Elini kalbini sökmek için ona doğru uzattı. Gözlerini kapatıp son nefesi ile çığlık attı ve sarsıldığı esnada uyandı.
Derin derin nefes alıyordu korkuyla. Ne olduğunu anlamak için etrafına baktı. Metro beklediği istasyondaydı. Gösterge trenin gelmesine beş dakika olduğunu gösteriyordu. Treni bekleyen insanlar küçük bir kalabalık oluşturmuştu. Yavaş yavaş kendine gelmeye başladı. Herhalde treni beklerken uyuyakaldım diye düşündü. “Allah’ım korkunç bir kabustu.” dedi kendi kendine.
Az sonra tren istasyona yanaştı. Trene bindi. Boş koltuklardan birine oturdu. Az önce korkunç bir kabus görmenin verdiği etki ile tedirgindi. Varacağı istasyona kadar uyumamaya kararlıydı. Kulaklığını çıkarttı. Sevdiği radyoyu açıp müzik dinlemek ve gevşemek istedi. Radyoyu açtığında çalan şarkı Chris Rea-The Road to Hell’di. İrkildi. Şapkalı genç adamın ağzında izmaritle söylediği sözler şimdi kulağındaydı yine:
-Stood still on a highway I saw a woman by the side of the road
With a face that I knew like my own, reflected in my window
Well, she walked up to my quarter light and she bent down real slow
A fearful pressure paralysed me in my shadows
She said: Son, what are you doing here?
My fear for you has turned me in my grave
I said: Mama, I come to the valley of the rich, myself to sell
She said: Son, this is the road to hell
Hemen radyoyu kapatıp kulaklığını çıkarttı. Derin bir nefes aldı. O sırada trenin havalandırmasının çalışmadığını ve içerisinin çok sıcak olduğunu fark etti. Kendini korkuya iyice kaptırıyordu. “Tamam, kendine gel, bir kabus gördün ve şu an olan her şey de bir tesadüf. Sakin ol.” dedi kendi kendine.
Tren sonraki istasyona yanaştı. İçeri birkaç insan girdi. Camdan dışarı bakıyordu. Tren ilerlerken başını çevirdi ve oturan insanlara baktı. İçlerinden birini görünce buz kesti. Orada, biraz uzakta oturuyordu gördüğü adam. İri yarıydı ve başının arkasından bir duman yükseliyordu. Tıpkı rüyasındaki gibi… “Hayır olamaz, zihnim bana bir oyun oynuyor şu an. Çok yoruldum, uykusuzum ve hava çok sıcak.” dedi gözlerini kapatıp. Hayal gördüğünü, gözlerini açtığında öyle bir adam görmeyeceğini düşündü. Tekrar derin bir nefes aldı ve gözünü açtı. Adam hala oradaydı ve şimdi işaret parmağını dudağına ve burnuna götürmüş, yüzünde korkunç bir gülümseme ile ona sus işareti yapıyordu.