Ceketinin içinde, dışında, bir yerlerdeydi… Kayıptı belli ki “Neredeyim ben?” diye sorabildi. Hıçkırık tuttu ve silkelendi. Sert zamanlardan geçiyordu ya da ona öyle geliyordu. “Ya ceketimin içindeyim…” diye düşündü, “…ya da dışında. Ancak bir yerlerde olduğum kesin!”
Referans noktası yetersizdi ve bu noktayı da bilerek seçmemişti. Ona böyle öğretilmişti. “Her nerede olursan ol; ya ceketinin içindesindir ya da dışında.” denilmişti. Bir tanıdığı ona “Ne güzel ceketin var.” dediğinde iltifat olarak kabul ediyordu ve bu kabulü o ceketi üreten firma duysaydı alınganlık gösterebilirdi çünkü o ceketin üretim aşamalarından hiçbirinde bulunmayan bu adam, sunulan övgülerin adresi de olmamalıydı. “Teşekkürler.” diyerek cevap vermemeli, hangi firmadan satın aldığını övgüye sunan kişiye bildirmeliydi ve “Bu ceket gibi daha birçok güzel ürünler üretiyorlar.” diye belirtmeliydi. Övgülerin gerçek adresi bu adam olamaz, olmamalı; üretici firmaya yönlendirilmeliydi. İyi de bu adam neredeydi? Ya ceketinin içinde olmalıydı ya da dışında.
“En azından bir ceketin var.” diyerek somurtan bir tanıdığa da denk gelebilirdi. Şu yaşına gelip de ceket sahibi olmamış bu tanıdık da hasetle bakmazdı elbette. Ama yine de söyleyecek bir şeyler olsun, diye konuşur ve onun durumunu ifade etmekten çok kendi durumunu ifşa ederdi. Durduk yere “Bak, benim ceketim yok.” diyemezdi ya bu tanıdık. Yine de bu durum bildirimini yapmak zorunda hissedip ceketin varlığını, kendisindeki yokluğuna ima edebilirdi. Bunu yapmalıydı da. Şimdi karşısında dikilmiş arkadaşına “En azından bir ceketin var.” diyor ve “Neredeyim ben?” cevabını alıyor. Bu arkadaşı, egzistansiyalizmin (varoluşçuluğun) etkisiyle üstüne-başına bakıyor ama ceketi göremiyor. “Görünmez bir ceketim mi var?” diye soruyor şimdi de, “Hem benim bir ceketimin olduğunu sen nereden biliyorsun ki?”
Daha geçen yıl, bir terzinin en yakın arkadaşıydı bu adam. Bir sürü ceket gördü ama tek çeşit insan gördü. Ceketler farklı farklı modellere, kesimlere, dikimlere sahipti. Terzinin gözünde de insanlar hep farklı farklıydı. Ama bu adam, insanların arasındaki farkı tam olarak göremiyordu. Düz mantık düşünüyor ve ceket almaya gelenlere “cekete ihtiyacı olanlar”, gelmeyenlere ise “cekete ihtiyacı olmayanlar” gözüyle bakıyordu. Dediğim gibi bu terziyle geçen yıl arkadaştı bu adam; şimdi değil. Orada da kaybolmuştu ve terziye “Neredeyim ben?” diye sormuştu. “Ya ceketin içindesindir ya da dışında.” cevabını almıştı. “Yani, içinde miyim şu an yoksa dışında mıyım?” diye sormuştu, terzi gülmüştü, bu gülüş adamı küstürdü. “Ha içindeyim, ha dışında… Dikkate alınmadıktan sonra, neye yarar bu bez parçası?” diye bağırarak da arkadaşlığını bitirdiğini ilan etmişti.
Koca bir yıl geçti aradan. Ceketi düşünmeyince göze batmıyor, göze batmayan sorun olmuyor, sorun olmayan şey üzerine de düşünülmüyordu. Hayat denen organizasyon içerisinde o kadar çok değişken olunca insan neyi yaşayacağını şaşırıyordu. Bu adam da bir insandı ve neyi yaşayacağını şaşırmış bir şekilde o günden bu güne ilerleyip duruyordu. En azından kafası sakin, mırıl mırıl ya da tıpış tıpış adımlarla bir ömrü kat ediyordu. Ta ki o sokaktan dönüp de bir tanıdığa denk gelene kadar. “Ne güzel ceketin var.” dedi adama ve adam da “Teşekkürler.” dedi.
Bir, iki adım kadar daha ilerledi ve “En azından bir ceketin var.” dedi bir başka tanıdık, somurtarak. Ceketinin içinde değildi sanki kendisi. Gözleri ceketini göremedi. “Neredeyim ben?” diye sorabildi.
Bundan bir yıl kadar önceydi. Ceketleri hep farklı farklı görüyor ama insanların hepsini birbirine benzetiyordu. Güzel ya da çirkin olan, ceketlerdi. İyi ya da kötü olan, ceketlerdi. Anlaşılabilir ya da anlaşılamaz olan, ceketlerdi. Herkes, kendi keyfine göre ceket bulamayabilirdi. Belirli birkaç model seri üretimde üretilir, mağazalara yönlendirilir, müşteri de sadece mağazada bulunanlar arasında seçim yapmak zorunda kalabilirdi. Kendisine özen gösterdiğini düşünen birisi de aslında ceketine özen gösterip tam olarak beğenmediği ceketini bir terziye götürebilirdi. Terzinin inancı kesin ve netti: “Ya ceketin içindesindir ya da dışında.” İşin özeti buydu ve herkes bunu kabul etmeliydi.
''Serkan Üstündağ''