"Çekilecek bir fırt daha var mı?" diye düşünmek yerine o son fırtı çekmiş olmayı yeğlerdim. Sigaranın kendini tüketişini izlemek, yeni bir sigara sarma zahmetinden daha acı gelmeye başlamıştı çünkü. Yeni bir sigara sarmak. Paketten bir yenisi çıkarıp zahmetsizce içmek vardı şimdi.


Parasızlığın gözü kör olsun. Tütün sarmaya alışmam gerekiyordu. Cebimden tasarruf edeceğim diye zevklerimden de tasarruf edecek hâlim yoktu ya. Hem böylesi daha zahmetli olduğu için daha az içiyordum.

...

Daha mı az içiyordum gerçekten? Tamam bu sefer dürüst olacağım. Artık daha çok içiyordum. Sigara içmek daha keyifli geliyordu. Paketten bir yenisi alınıp zahmetsizce içilen sigara ile sarma zahmetine katlanılan bir dal sigaranın tadı bambaşka sanırım. Ve şimdi yine o zahmete katlanarak yeni bir sigara sarıyorum. Tütünü daha iyi kucaklaması için elimdeki çelimsiz kağıdı yalamaktan nefret ediyorum. Tabi tüm bu nefretim, sigaradan çektiğim tek bir fırttan sonra son buluyor. Sonra ne mi oluyor? Sonra zihnimde yeniden canlanmaya başlıyor bazı şeyler.


Şu malum gecelerde, kalbim doyuma ulaştıktan sonra arzuların vücudumda çağladığı ve nihayet istediğini alıp yavaşça durulduğu gecelerde üstümde dans eder gibi ahenkle kıvrılırken savurduğu saçlarından gelen o koku...


Sevişmenin son durağı olan sarılıp yatmaların vücudumda bıraktığı o sıcaklık...


Bi' sigara içmek için yerimden doğrulup da ciğerlerimden getirip savurduğum dumanın arasında beliren o gülüş...


Ve yeniden yanına yattığımda iğrenip "içme şu boku!" diye hayıflanmasına rağmen öpmekten geri kalmadığı dudaklarımda kalan o tat...

.

.

.

Gözümden bir damla yaş geliyor. Önümde duran kül tablasına bakıyorum. Türlü zahmetlere katlanıp sardığım sigaramın kendini tüketişini izliyorum. "Başladığım ama bir türlü bitiremediğim bir dal sigara daha..." diyorum içimden ve ekliyorum:


"Çekilecek bir fırt daha var mı?"