Baksanıza sadece bir yaz günü sofraya konuk olup gidecektim. Belli ki canının sıkkın olduğu bir güne denk geldim. Hemen dönüştürdü beni insana. Artık ne kadar inandıysa türünün üstünlüğüne. Birkaç güne kurudum, yani iyi bile dayandım o yaz sıcağına. Selamımı verip ayrıldım sahneden. Şimdi düşünüyorum da birkaç tohumumu atsaydı toprağa, yok yok olmaz öyle. Şöyle ayırsaydı çekirdeğimi, kurutsaydı güzelce, ilkbahar gelice de atsaydı beni toprağa. Ya hak da veriyorum şimdi, nereye atacak ilkbahar geldiğinde tohumlarımı? Ama işte insan yaşama ümidinin elinden alınmasına da sessiz kalamıyor. Hep bi acaba içinde. Acaba kaç sofraya daha uğrardım? Belki bi iftar sonrası, belki bi rakı masası... Ne çok ihtimal! Bi hak verir gibi de oldum sana; ama düşününce neleri çalmışsın benden. Şimdi bekle dur bi hevesle, çekirdeklerimi attığın çöpün bi toprağa denk gelişini.
Bir dakika ya benim hayatım zaten son buldu o sofrada. Bu ne kadar hızlı silinebildiğimin öfkesi bu dünyadan. Bir tohumun beni yaşatacağına inanmak istedim. Çünkü daha yaşamadım ben. Ne budalaca bi istek. Ne kadar hızlı geçmiş zaman. Ahh gençliğim, çatışmalarla geçen gençliğim. Ne kızardım bizimkilere, 'asla sizin gibi olmayacağım!' der dururdum. Ne çok istemiştim bir ağaç tepesinde süzülen armut olmayı. Ne mi oldu sonunda? Kavun dibine düştü. Yalnız ne boktan şeymiş şu düşünmek, gider ayak kafayı yedirdi. Ama iyi tatlanmışım he!