Ne yapılabilirdi?

Ne yapılabilirdi ki? Düşünüyor, düşünüyor, durmadan düşünüyordu. Bir çıkış yolu arıyordu ama girdiği sokaklar hep çıkmaz sokaktı. Bu dağınık kafayla hiçbir yere varamazdı. Yapabildiği tek şey düşünmekti. Gerçekten bir şeyler yapamaz mıydı? Neden olmasındı, her şey onun ellerindeydi.

Aslında çıkılmayan yol bitmezdi. Bunu biliyordu ama nereden başlamalıydı? Bunun hakkında en ufak bir fikri yoktu. Düşünmekten başına ağrılar giriyor, kıvranıyordu. Acı çekmesine çekiyordu fakat sonunda ortaya bir şeyler çıkacak mıydı? Bu sancılar boşa mıydı yoksa? Ya yapamazsa, ya beceremezse…

Bu düşünceler ruhunu kemiriyordu. Nasıl olurdu? Kimsenin yüzüne bakacak hâli kalmamıştı zaten. Eğer bu işte de yanlış yaparsa, beceremezse sonucunu düşünmek bile istemiyordu. Aslında ne olacağını biliyor fakat düşünmek istemiyordu. Oysa onlarca kişisel gelişim kitabı okumuştu. Nasıl da kolayca yazıyordu kitaplarda ‘’Yaparsın, başarabilirsin!’’ kelimeleri. Kendini yokluyordu ve ‘’Yok. Hayır, gelmiyordu o başarabilirim hissi.”

Hem nereden başlayabilirdi ki? Evet, birçok kez başlamayı denemiş, tecrübe eksikliği ve maddi sıkıntılardan dolayı ilk adımı atamamıştı. Ne zaman içinde bir güç bulsa, ilk adımı atacak olsa bir şey ondaki tüm bu gücü emiyordu. Bu bazen parasızlık, bazen bir arkadaş, bazen bir akraba, bazense özgüvensizlik…

Evet, evet tam anlamıyla bu kelime. Özgüvensizlik.

Ne kadar da saçmaydı. İnsanlar zaten sana güvenemiyor, sen neden kendine güvenmezsin ki! Oysa seni senden daha iyi tanıyan kimse yoktu. Öyleyse kendini bu kadar iyi tanıyan birine neden haksızlık ediyordu? Zaten insanların onu tanımak için fırsatları olmayacaktı. Ayrıca tecrübesizliği ve toplumsal ahlaksızlık güvenmeyi güçleştiriyordu. O zaman neden kendine haksızlık ediyordu? En azından onun kendisine güvenmesi gerekiyordu, kendine şans vermeliydi. Hayata ve insanlara karşı fazlaca beklentiye giriyordu. Neden ona da bir şans verilmiyordu? İnsanlara çok güvenmiş, çok fırsat vermiş ama her seferinde yerle yeksan olmuştu umutları.

Durumu giderek ağırlaşıyordu. İçindeki umut kırıntılarıyla bir adım ileri, özgüvensizlik ve tükenmişlikle iki adım geri gidiyordu. Onun ne eksiği olabilirdi? Kendini arıyordu ama bulduğunda sevinebilir miydi, bilmiyordu. Rüzgâra karşı uçmak gibiydi yaşamı ya da rüzgâra rağmen. Sanırım yanlış devrin insanıydı. Bu kadar karmaşıklığa, bu kadar kötülüğe rağmen nasıl da duruyordu ayaklarının üstünde. Tanıdığı herkes söylüyordu bunu, hiç kimse bu devrin insanı değilse neden bu devirde yaşıyorlardı? Bu şehirden gitmek ve bambaşka bir şehirde bambaşka bir hayata başlamak istiyordu. Yıkılan hayallerinin başkentiydi burası.

Tüm bu çelişkiler içinde mutfakta bir sandalyede oturarak yine gece yarısına ulaşmıştı.

Saate baktı. Doğruldu. Yatak odasına doğru hareketlendi, kafasının içinde tüm düşünceleriyle. Bu ağırlıkla ne kadar daha yaşayabilirdi, bilmiyordu. Şu an tek isteği yatağa yatıp düşünmeye orada devam etmekti. Onun için artık fark etmiyordu. Düşüncelerini bir poşet gibi odalarda, sokaklarda gezdirebiliyordu. En güzel anında, duşta, maçta, kafede… Kısacası her yerde. Artık düşünceler onun bir parçası olmuştu.

Yatağına yattı ve başladı. Düşünüyor düşünüyor, düşünüyordu! Gözlerini kapadı, üstünü örttü. Tüm dünyanın sesi kısılmış, düşünceler bas bas bağırıyordu.