insanın yeryüzüne geldiğinde beri yapmış olduğu eylem ve erdemler bağlamında aslında kendi köklerini koparmaya yönelik tutumlarda bulunur. neden mi? çünkü her başlangıç bir sonun önceliğidir. yani her ''başla'' bir ''bitti'' demektir. işte bu yüzden insan celladına yani kendine gülümseyen, kendine besleyen bir canlıdır. bu bağlamda yapay zeka, teknoloji hatta mülkiyet edinme hakkı dahi kişiyi kendinden sığılaştıran, seyrekleştiren bir durumdur. çünkü canlılığın hayat gibi kotalaştırılmış bir düzeni bulunmaktadır. bu yüzden gelişim ve gelişme denilen çatı kavram insanlığın sonu olacaktır. denklem bellidir. girdisi olduğu gibi çıktısı da olmak zorundadır. yaşamanın matematiği buna dayanmaktadır. o yüzden ütopyalar yerine distopyalar daha gerçek bir açıya sahiptir. nasıl mı? tüm canlı varlıkların genetik kodlamasında son mevcuttur. ve insan bu sonu geciktirmek maksadıyla ilkel çağdan bu yana keşif adı altında ''son''un gri gibi gözüken renklerini detaylı bir şekilde açık etmektedir. kısacası insan kendi azraile sunaklar sunmak için yeni yollar aramaktadır. ve gün geçtikçe bu yolları bulmakta hatta yeni yollar bulmak için çaba göstermektedir. öyleyse ne yapmalıyız! hiçbir şey yapmadan duracak mıyız? bilmiyorum. sadece kendi mekaniğimi ve kendimi anlamak için kodlanmış bir sona doğru giderken en azından kendi açımdan gülerek ölmek istiyorum. hayatta kazanım olarak kendime kattığım tek şey bu ölme korkusuyla ve hazzıyla hem savaşıp hem de barış bir halde denge de kalmaya çalışmamdır. işte bu yüzden yaşamın iğrençliği, pembeliği veya safsatasına kanmadan elimden geldiği müddetçe sonumu düşünüyor ve hayal ediyorum. yolda yürürken ayağıma takılan, ciğerime dolan, bakışıma ve dikizlememe izin veren doğayı anlamaya-anlamlandırmaya kendi küçüklüğüm ve acizliğimle çabalıyorum. tıpkı bir müzik bestesi gibi, resim tuvalinde bulunan renkler gibi ya da gökyüzü hatta yeryüzünde bulunan toz zerresi gibi görevimi yapıp veya yapmaya çalışıp verdiği hazzı, dürtüyü veya ne denirse işte onu başarıp-başaramayarak yaşamın sahnesinden ayrılacağım günü bekliyorum. ama bu bekleyişi durağan bir tarzda değil, aksiyon bir çepere büründürerek gerçekleştiriyorum. ve bir gün zamanım dolduğunda, son oksijen atomu akciğerlerimin tüm odacıklarını doldurduktan sonra, kanım bedenimden yavaş yavaş çekilişini hissederken hücrelerimin çığlık çığlık isyan ve bağırtılarına katlanabilmek için zihnimi, bedenimi ve ruhumu eğitmeye karşı kendimce savlar ve teoriler geliştiriyorum. çünkü biliyorum; yaşarken olmasa bile ölürken hepimiz eşit konumda olacağız. bu yüzden birlikte belki yaşamayı beceremediğimiz dünya da hepimiz ölürken bu eylemi birlikte bir şekilde yapmış olduğu gururla gözlerimizi kapatacağız. ve ne kadar istesek de unutulacağız. çünkü unutmanın ve unutulmanın üzerine kurulu bir denklemin katsayılarıyız sadece. o yüzden unutmanın ve unutulmanın özlemiyle kucaklıyorum tüm unutulanları, unutmuşları hatta anlık hatırlamanın verdiği acıları. güzel düşler diliyorum herkesleşmeyen herkese...