Son günlerde bütün iradesini kaybetmiş gibi hissediyor. Yine beynini çıkarıp bir kenara bırakmış, sadece kalbinin peşinden koşup gidiyor. Oysa yine o kalp değil miydi onu bu hale getiren ve ona tüm bunları yaptıran? Bildiği halde neden hâlâ bunun üzerine gidiyordu? Tüm bu yaşananlar, kapanmak üzere olan yaralarını deşmek değil de neydi? Kanadığını hissediyor ve akan kandan zevk alıyordu. Her şey başa dönmüştü işte. Aldığı onca yol, döktüğü onca gözyaşı boşunaydı demek, bunu düşünmek ona çok ağır geliyordu. Ne zaman gururunu hatırlasa hemen bir sis bulutunu elinin tersiyle dağıtırmışçasına dağıtıyordu gelen o hisleri. Ama ne zamana kadar yapabilirdi bunu? Ya tüm o delilikler geri gelirse? Ya yine yaşamaktan vazgeçecek raddeye gelirse?

Neydi onu her şeyin düzeldiğine ya da düzeleceğine inandıran? Olmamıştı işte, olmuyordu, bir kez denenmiş ve başarısızlıkla sonuçlanmıştı, sahiden zorlamanın anlamı neydi?


Yakacaksın kendini güzel kızım, yakacaksın, yol yakınken uyan rüyalarından.

Yaklaşık bir haftadır ayık olduğu bir gün bile hatırlamıyordu. Aklı bir gelseydi yerine, bir an olsun durup kendine fırsat verseydi, derin bir nefes alsa ve düşünseydi anlayacaktı ama anlamak istemiyordu çünkü rüyası çok güzeldi, sanki her şey düzelmiş ve yaşananlar hiç yaşanmamış gibiydi.


Düşüncelerinin içinde kayboluyordu, yine dalıp gitmeleri başlamıştı. Kalabalıktan korkar olmuştu yine, hep yalnız kalmak istiyordu. Her girdiği odada ardından kapıyı kapatıyordu; biri girer, sonra yüzüne bakıp ters giden her şeyi anlar diye korkuyordu. Anlamasınlar istiyordu, görmesinler gözlerinin ardındaki gerçeği. Sadece ona kalsın, ona ve diğerine. Aralarında kalsın bu da; sonsuza kadar aralarında kalacağına söz verdikleri diğer her şey gibi, bu da bir sır olsun, küçük bir kaçamak olsun ama sonu da gelsin artık istiyordu çünkü bu olayın sonu gelmezse kendi sonu gelecekti. Kendi elleriyle kendi sonunu yazmaya yeltenmişti ve ne yazık ki bunun gayet farkındaydı.


Eski korkularını yitirmişti artık, kaybetmekten korktuğu hiçbir şeye sahip olamıyordu. Kaybetmekten korkacağı, yine sıkı sıkı tutunacağı bir şey arıyordu ama aradığını bulamıyordu. Bu tutunduğu dal bir kere kırılıp elinde kalmıştı, kırık bir dala tutunmanın sonucunda sadece kendi elleri kanayacaktı başka kimseye bir şey olmayacaktı ama bu da alışkın olduğu bir şeydi ve artık yara almaktan da korkmuyordu. Nasıl olsa son yaklaşıyordu her geçen günle beraber. Saklanmanın, acıdan korkmanın bir manası kalmamıştı artık.


O zaman neydi bu kararsızlık? Neydi bu karmakarışık düşüncelerin sebebi? Madem kendi canının bile bir kıymeti kalmamıştı, neden koşmuyordu istediklerinin peşinden? Neden öylece uzanıp odasının tavanından gökyüzünü izliyordu? Acaba herkes onun gibi yıldızları görebiliyor muydu? “Sanmam.” diye geçirdi içinden. O yıldızlar onundu, tüm cihan onundu. Her şeyin sahibiydi. Her şeyi dibine kadar yaşamıştı, yaşayacak hiçbir şeyi kalmamıştı. Her şey ona sıradan geliyordu. Eskiden küçücük şeylerle mutlu olan o kız şimdi hiçbir şeyle mutlu olamıyordu, ceplerinde kalmış mutluluk ve aşk kırıntılarına sığınmaya çalışıyordu ama kırıntılarla doyacak biri de değildi, ona çok daha büyükleri lazımdı, çok daha fazlası.


Arayıp duruyordu, koşuyordu, hem de çok hızlı koşuyordu, takılıp düşüyor, dizlerini yaralıyordu ama yerden kalkıp koşmaya devam ediyordu. Fakat bir sorun vardı ki koştuğu yer bir çemberin etrafıydı ve bu nedenle de asla bir yere varamıyor, hep başa dönüyordu, dışarı doğru bir adım atmaya korkuyordu çünkü hiç bilmediği bir yerde düşmektense bildiği yerde düşmesi daha cazip geliyordu ona.


Risk almayı sevmiyordu, sorunu buydu, evet evet anlamıştı, riske girmekten korkuyordu. Bu da onu yine aynı noktaya getiriyordu, alışkanlıklarına o kadar sıkı tutunuyordu ki bir yerden sonra kendine de alışık olduğu her şeye de zarar veriyordu.

O halde sorunun ne olduğuna karar verdiğine göre artık bir çözüm bulabilirdi. Bu çemberin içinden aşağıya baktığında tek gördüğü zifiri karanlıktı, artık dümdüz koşmaya başlaması gerekiyordu, hızını bir an bile azaltmadan, bu karanlıktan kurtulana kadar koşmalıydı.


Güzel günleri, ışıltılı yarınları görebiliyordu artık. Uzaktaydılar ama ulaşılabilirdi. Yeni şarkılar söylemesi gerektiğini biliyordu. Çalma listeleri eski şarkılarla doluydu, oysa bu dünya üzerinde yazılmış milyonlarca şarkı vardı ve hepsi de onun dilinden dökülmeyi bekliyordu. Bir söylese, bir yer açsa yenilerine, eskiler toz bulutu gibi dağılıp gidecekti, belki hüznü de giderdi onlarla beraber.


Hayatına giren herkesi hüzünlendirdiğini fark ediyor ve kırılıyordu, kırıyordu da. Böyle bir insan değildi, insanların kalbini kırmaktan hoşlanmıyordu, onlara şans vermek ve bu kez kalıcı bağlar kurmak istiyordu. Artık kimseye acılarını anlatmak ve onları etrafından kaçırmak istemediğinin farkındaydı.


Ama bu kız bugün söz veriyor kendisine, ellerini yaralamış o kırık dalı üzülerek de olsa bırakıyor elinden ve kulaklığını takıp hiç bilmediği bir şarkı açıyor kendisine, son hızla koşuyor çemberin dışına doğru, kaçıp gidebilirse ne âlâ. Kaçamaz ve kurtulamazsa da… Neyse…