Hiç kullanılmamış hayallerle bir çerçi geliyor içimde mamur ettiğim köyüme. Kaça diyorum? Çokça hüzün ve ter diyor. Var mı? Yok ki demek istemiyorum cebimi karıştırıyor, iç ceplerime bakıyorum. -Hava soğuk. Kar gelmiş de oturmuş bile. Montumun da kimi zaman sağında kimi zaman solunda oluveren iç cepleri var. Biz mont değil de gocuk diyelim ona. Bir tane vardı hatırlıyorum, siyah içi pembe gibi bir kırmızıydı hani.- Sonra eve gidiyorum. Kapıya üç kere vuruyorum sonra açıyorum. Hem kendim vuruyor hem de kendime kendim açıyorum kapıyı. Bir çekmeceyi çekiyorum olduğu yerden çıkıveriyor. İki yanından tutup yerine yerleştiriyorum.

Kapatıyorum. Tekrar -bu sefer nazikçene- açıyorum. Buldum. Kapıdan çıkarken arabaya bakıp "Varmış!" diye uzatıp bağırıyorum.


Kenarda duran ahşap rafta asılı bir heybeyi alıyor eline uzatıyor. İçine bakıyorum, boş. Bekliyorum ki somut somut hayaller verecek Çerçi Amca. "İçinde." diyor ve iki beyaz kapıyı kavuşturup kontağı çeviriyor, biraz kirli olmayan egzoz gazından bırakıyor havaya, ayağını frenden çekip gaza koymuş ve debriyajı yavaşça kaldırıyor. Heybe yüzüme bakıyor. Gözleri mi varmış? Yok, gözleri her yerde onun. Heybeye bakıyorum, tıpkı su maymunlarım gibi hayallerim oluşuyor. Şapkadan tavşan misali.


Sabah uyanınca niyet etmeli. "Niyet ettim bugün Allah rızası için bir gün yaşamaya." diyerek. Böyle halis bir yola çıktın mı seni o gün kim kirletebilir?


Bugün leylaklar geldi. Bir kanatlanıyorlar güzelcene. Ne hoş. Başını kaldırıp bakıyorsun. Leylak olsam diyorsun. Düşün bir caddede birine çarpmamak için yürüyen insanlar bile onlar gibi çarpışmadan uçamaz. İnsan ne vakit kanatlanır? Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.


Geçen gün bir kaptan oluverdim ve yelkenler fora diye bağırdım. Alabora olmaktan korkmadım. Bir hazine buldum sonra. Hazinenin yerini bir biz biliyoruz, ara ara yokluyoruz. Sonbahar geldi. En sevdiğim mevsim. Yağmur bol, yaprak bol, insanlar az. Azımsanmayacak kadar çocuk. Rüzgâr. Füüüüüüüü diye bir sesi.

-23/08/18