28 Kasım
Aşk konusunda önemli olan, evinde, yatağında bir kadın olmasıdır. Bunun ötesinde her şey palavradır, palavranın dikâlâsıdır hem de.
Aşkın en beyliği insanın sevdiği konusunda bilmediği şeylerle beslenir. Ama insanın bildiği şeylere dayanan bir aşkın üstünde ne olabilir?
İşin doğrusu şu ki, ben belli bir noktaya çağdaşlarımdan ancak üç-dört yıl sonra varıyorum; bu yüzden de kendim için bulduğum gerçeklere, yanılarak da olsa çaresizce sarılmak alışkanlığından bir türlü kurtulamıyorum.
En büyük kendini beğenmişliğin kanıtı: İnsan kendisiyle ilgilenir, oysa başkaları değil de biz oluşumuz yalnızca bir rastlantıdır. Kadın olarak dünyaya gelebilir, hizmetçilik yapıyor olabilirdim, peki o zaman hangi sorunlarla karşı karşıya kalacaktım?
Odak noktası olarak kendimizi, hizmetçi kadını ve bütün insanlığı aldığımızda bile, kendimize atfettiğimiz önem bir yanılsama değil mi? Çok geniş ufku olan kişi.
Dine inanan insanların biraz da ironik olmaları çok acı bir şey değil mi? Tek bir din olsaydı, bu böyle olmazdı herhalde. Yaşamın büyük, olağanüstü ironisi, herhangi bir anda birer budala olabilmemizdir. Herkesin korkusu budur; ahmak olmaktansa kalleş olmayı yeğleriz. Eski hikaye. Nedeni, her ahmağın aynı zamanda kalleş olmasıdır, ama bunun tersi geçerli değildir. Akıllı bir kalleş düşünebiliriz. Oysa iyi bir ahmak var mıdır? Belki bir anlığına, ama uzun vadede, ahmağın yaşamında her zaman kalleşliklerle karşılaşılır, çünkü kavrayış yoksunluğu ancak toplum oyununun kurallarını ihlal ederek içinden çıkabileceğimiz durumlara yol açar.
Gençliğinde oyunun kurallarını öğrenmeye yanaşmamış, aklı beş karış havada hayalperest bir budala tanıyorum, şimdi hayaller dağılıyor ve oyun onu un ufak ediyor.
Sorun: Kadın güçlünün ödülü müdür, yoksa zayıfa destek mi, güçlü ya da zayıfın isteğine bağlı olarak?
Yaşamın ironisi: Kadın zayıfa ödül olarak verir kendini, güçlüye de destek olarak. Ve kimse kendi seçimini gerçekleştirememiştir.
30 Kasım
Senin kardeşin olarak doğmuş olmayı ya da seni dünyaya kendim getirmiş olmayı isteyecek kadar çok seviyorum seni.
20 Mart
“Kalbim hâlâ seninle.”
Üstün bir insanın astını küçümseyen sözleri. Neden bu kadar seviniyorum bu sözleri okuyunca? Bana bir bağışta bulunuyor; belli ki bağışta bulunan ben değilim. İnsan kendisini birine vermeden ona nasıl sahip olabilir? Her şey buna dayanıyor.
Bu akşam P. ile aramda geçen konuşmaya göre, ben sahip olunan biriyim, çünkü bir kadına ait olmak gibi ilginç bir rolü oynamaktan zevk alıyorum. Kendimi bilip hakkımmış gibi telaşsızca bunun tadını çıkarmaya bakmalıyım. O zaman daha çok sevilirim. Ancak o zaman gerçekten sevilirim. Ama bundan daha çok hoşlanır mıyım? Ne zaman ben sahip olduysam, bundan hiçbir tat almadım (vb.). Aynı hikâye.
Öyleyse belli etmeden kendimi vermeliyim. Ama insan böyle hesaplı kitaplı şekilde sevişebilir mi?
14 Ocak
Yaptıklarıma, eserlerime karşı bir tiksinti duyuyorum. Bozulan sağlığımın, fizik çöküntümün sonucu olan bir duygu. Çizginin aşağı doğru inmesi. Ya hayatın, aşkların? Onlar nerede? Belli ölçüde bir iyimserliğim var hâlâ: Hayatı suçlamıyorum, dünyayı güzel ve sevilmeye değer buluyorum. Ama batmaktayım. Yapacağımı yaptım. Olabilir mi? İstek, özlem, bir şeyi almak, yapmak yeni bir şeye sarılmak dürtüsü. Yeniden başarabilir miyim?
23 Mart
Gerçekten tek büyük olumlamadır aşk; olmak, biri sayılmak ve ölüm er geç gelecekse, yiğitçe, alkışlar arasında ölmek; kısaca, bir anı olarak kalmak dürtüsü. Oysa ölmek, kaybolup gitmek isteğim hâlâ onunla ilgili: o öyle baş döndürürcesine canlı ki belki de varlığım onun varlığıyla karışabilse, eskisinden daha çok anlamı olurdu yaşamanın.
25 Mart
Bir kadının aşkından değil; aşk -herhangi bir aşk- bizi olanca çıplaklığımız, mutsuzluğumuz, incinebilirliğimiz, hiçliğimiz içinde gösterdiği için de öldürür kendini insan.
10 Nisan
Bütün kararsızlığıma rağmen, o kişi sadece bana kendini vermekle beni bir disipline sokmayı ve kendimi esirgememeyi öğretmeyi başarıyordu. Bunun da Pierino’ya özgü bir erdem olduğu kanısında değilim; çünkü onun kendini verişi bana yeni ödevlerin duyarlığını kazandırıyor, bu ödevlerin gözümde somutlaşmasını sağlıyordu. Çünkü, kendi başıma kaldığım zaman, deneylerimden biliyorum ki, başarısızlığa uğrayacağım kesin bir şey. Onunla ten ve kader birliği etmekle başarıya ulaşmış olacaktım. Bunu da aynı kesinlikle biliyordum. Kendi korkaklığım bile böğrüme çarpan bir mahmuz olacaktı.
Bunun yerine, ne yaptı o! Belki kendisi bilmiyor ya da bilse bile aldırmıyor. Bu da doğal bir şey – geleceğini belirleyen geçmişiyle o, o olduğuna göre.
Ama bunu yaptı bir kere. Ben bir aşk ilişkisi kurdum ve bu ilişki sonunda yargılandım, bu ilişkiyi sürdürmeye layık olmadığım sonucuna varıldı. Bu başarısızlık karşısında, bir âşığın dayanılmaz acıları ya da gene son derece ağır itibar kaybı tam anlamıyla bir hiç kalır.
Bu başarısızlık duygusu, kafama inen ve 1934’te son bulmuş olan balyoz darbeleriyle karışıyor; estetiği, yapmacık tutumları, dehayı, bütün palavraları bir yana bırakırsak, hayatımda hiçbir zaman ancak bir enayinin yapabileceği şeylerden başka bir şey yapabildim mi?
En beylik, en umutsuz anlamıyla bir enayiyim ben. Nasıl yaşayacağını bilemeyen, ahlaki olgunluğa ulaşmamış, kendini bir şey sanan, intihar düşüncesinden bir şeyler uman, ama bunu gerçekleştiremeyen bir adam.
23 Kasım
Dünyanın en büyük mutluluğu başlamaktır. Canlı olmak iyidir, çünkü yaşamak her zaman, her dakika yeniden başlamak demektir. İnsan bu duygudan yoksunsa -hapis, hastalık, alışkanlık, budalalık yüzünden- ölsün daha iyi.
Bu yüzden, acılı bir durum aynen yinelendiğinde -aynı göründüğünde- katlanılmaz bir dehşet duygusuna yol açar.
Ne var ki, yukarıda sözü edilen ilke, zevk düşkünleri için geçerli değildir. Çünkü her ne pahasına olursa olsun deneyimde (şu çirkin ‘her ne pahasına olursa olsun seyahat etmek’ görüşünü düşünün), görev duygusuyla kabul edilip gereğince ve zekice yaşanan normal rutinden daha fazla alışkanlık vardır. Alışkanlığın iyi bir evlilikten çok, geçici aşk serüvenlerinde daha önemli bir rolü olduğuna inanıyorum. Kişi kendini koruma kaygısı ile kısıtlı davranır aşk serüveninde, bu yüzden de başarılı, tümüyle doyurucu aşk serüveni olamaz. Olabilmesi için, kişi kısıtlamadan verebilmeli kendini: kısacası, evlilik, mümkünse ebedi evliliklerden.
Günlük evlilik hayatını canlı tutan bu her şeye yeniden başlama duygusundan yoksunsa bir insan, budalanın biridir sonuçta; ne derse desin, her aşk serüveninde bile gerçek bir yeniden başlama duygusu duymaz.
Alınacak ders hep aynıdır: kendini bırak, acıya dayanmayı öğren. Denemek yiğitliğini gösterip acı çekmek, korkup kaçmaktan yeğdir. Çocuklarda olduğu gibi: kaldı ki doğa bunu böyle ister, bundan kaçmak korkaklıktır. Sonunda -gördüğün gibi- zararlı çıkan sen olursun.
25 Kasım
Ahlak yasası, başkalarını kötülükten esirgemeye değil, kendimize kötülük yapmamaya yarar. İyilikseverlik kendi yükümlülüklerimize göre hareket etmekle ne büyük kötülük ettiğimizi söyleyebilir bize yalnızca. Bu sadece aşk ilişkilerinde değil bütün yaşamda görülür. Ama şöyle bir şey büyük bir ülkü olurdu: her zaman, yorulmamacasına, herkese onu neyin incittiğini, neyin yoksun bıraktığını, ona neyin acı verdiğini sormak ve telafi etmek, kucaklamak, sevgiyle dolmak.
Ama herkese demek, bütün insanlara ve her zaman demektir, bunu yapmak da mümkün değildir. Özellikle, hiç olmazsa birisi bu telafiye ve bu kucaklamaya sahip olmayacağı ve o birisi de biz olduğumuz için mümkün değildir. Çünkü kesin olan bir şey var: Kendi etkimizle de olsa, zevk alındığını görmek huzurumuz için yeterli değildir. Örnek: tatminsiz kadınlar.
Bir kutsallık-küfür karışımı gibi görünüyor, ama değil. Yaşam bedenimizde başlar, merhametli ol, diye yazıyorum. Peki sonra?
Bir daha, yalnız sana bağlı olmayan şeyleri ciddiye alma. Aşk, dostluk, ün gibi.
Yalnız sana bağlı olan şeyler konusunda da, bunları ciddiye alıp almamanın bir önemi var mı? Kim bilebilir? Herhangi bir ‘kimse’ yok ki, ‘ben’ bile anlamsız bir kelime olur bu durumda. Daha iyi, daha iyi.
Cesare Pavese
Yaşama Uğraşı
Nermin B
2023-08-06T20:03:01+03:00Cesa pavese yi tanımıyorum ama yazısından karamsarlık ve yalniz olmayı seçmiş veya yalnizlaştırılmış gibi bir izlenim bıraktı bende.