“Çok sevimlisin ama son derece deli gibisin.” 

                            Son feci bisiklet


Mutlu olun!

Olalım!

Mutlu musunuz?

Mutluyuz.



Karga mı kuzgun mu diye soruyorum Ahmet’e. Ahmet elbet kuzgun diyor. İsminden dolayı di mi diyorum, nasıl diyor. Karga da kuzgun da birbirine benziyor. Hatta kimse ayırt edemiyor onları. Kuzgunlar kargalardan biraz daha büyüktür gagaları da büyüktür ancak kargaların kuyrukları yelpaze şeklindedir, boğazlarındaki tüyler de daha yumuşaktır. Aralarındaki farkı asıl ele veren şey kuzgunlar derinden gelen sesleriyle ünlüyken kargalar gak’lar. Gaklıyor diye karga olmak istemiyorsun, kuzgun daha havalı geliyor sana. Şekilcisin. Oysa bilmelisin ki Ahmet efendi kuzgunların çok daha değerli bir meziyeti var, onlar geleceklerini biliyorlar. İsminden değil de bu sebeple kuzgunları seçmeni beklerdim. Fakat şunu da bil, biz geleceğimizi bilmeyip andan şikayetlendiğimiz için -gakladığımız yani- biz her daim kargayız.


Uzay bunları dedikten sonra koşarak bisikletini getirdi, bahçeye demirlediği, beni önüne alıp hızlıca sürmeye başladı. Yolda deli deli bağırıyordu. Seni Cevriye Hanım’a götürüyorum Ahmet, geleceğimizi öğreneceğiz. “Delirme kızım, indir beni.” diye bas bas karşı çıkıyorum. Dinlemez, Uzay kendi içgüdüsünden başka kimseye kulak asmaz. Bisikletinin selesine taktığı radyoyu son ses açmış, dinliyoruz, elbet Son Feci Bisiklet çalıyor. Uzay, başka bir şey de dinlemez:


“Bu kız bana yeni birtakım şeyler öğretir,

Bu kız beni sever,

Bu kız beni öldürür, 

Bu kız bana güzel hayaller gördürür.”


Şarkıyı içimden bağıra bağıra söylüyorum, bu kıza delicesine tutkun olduğumdan henüz yanında bir kargaydım, şarkı söyleyince gak’lamaktan korkan. Beni zaten tek bir an duymuyordu. Belimi tek eliyle kavrayıp daha da hızlandı, anayola girdik, karşımızda kocaman vahşi bir kamyon belirdiğinde altına yuvarlanmaktan bir an bile korkmadım. Şarkının büyüsü mü yoksa Uzay’ın kokusu mu başımı döndürüyordu ayrımına varamıyordum. Yokuştan son sürat inerken rüzgara bıraktım kollarımı ve Uzay’ın sıcacık ellerine tutundum. Anlar gibi gülümseyip yanağıma bir öpücük kondurdu. Geçen gün, lise bitiyor diye rehber öğretmen 12.sınıfları konferans salonuna toplamış hepimize birden sormuştu. Mutlu musunuz hep birden mutluyuz demiştik, mutluyum ulan mutluyum, bu kız beni üzse de mutluyum. 



Cevriye Hanım Mutluluk Merkezi’ne vardığımızda kalbimdeki kristal toplar birbirine çarpıyordu. Uzay önce beni fırlattı bisikletinden sonra kendi uçar gibi inip bisikleti öylece küt diye yere bıraktı. Bu kızın nesneleri ve aptal erkekleri kütleten bir tarafı vardı. Kütleyen kalbimle merkezden içeri giriyoruz, Uzay uçuyor, kapıyı açışı çarpışı yardımcı kızın yanına varışı Road Runner gibi, arkasında bir toz bulutu ve ben. Cevriye Hanım’la randevumuz olmadığı için görüşemiyoruz. Yüce kuzgun, biz kargaları huzuruna kabul etmiyordu elbet. Benim Road Runner durmaz, ne yapar eder odaya dalar diye düşünürken yardımcı kızın cebine 200’lük sıkıştırırken şaşalıyorum. Daha dün rüşvetin kötülükleri hakkında kitap çıkaracak bilgileri yığmıştı üzerimize, kahvede. 


İçeri adımımızı atarken, ne garip bir yer diye düşünüyorum. Tüylü tüylü kanepeler, yere öylece bırakılmış deriden bir kilim, masanın üzerinde anlamsız bir aslan başı ve duvarlarda astrolojiye dair birçok şey. Küçülüyorum, erkek halimle burada ne işim var diye düşünürken Cevriye Hanım ilk dakikadan burçlarımızı soruyor. Uzay elbet aslan burcu. Bense duygusal ağlak kalbinin götürdüğü yere giden biçare balık. Cevriye Hanım başlıyor aslan övgüsüne, balıkla ilgilenmiyor bile. Siz diyor sevgili misiniz, evet diyor Uzay, heyecanlanıyorum, ilk defa isimlendi cisimlerimiz. Kalkıp sarılmak istiyorum, bana bunu bahşettiği için, utanıp oturuyorum. Geleceğimize geliyor konu aniden. Kuzgun, bir küre getiriyor dağınık masasının ortasına. Küre rengarenk, kristal top gibi, yekpare… küreden de korkuyorum, Uzayın koluna dokunup bu ne saçma bir olay der gibi bir bakış takınıyorum. Sallamıyor, sallamaz allahın delisi. “Yarabandı sevdiği için kendini keser.” O derece. Kimse şu an onu burdan ve yapmayı planladığı şeyden alıkoyamaz.



Kuzgun gördüklerinin şaşkınlığıyla sanırım yerinden kalkıp uzun eteğini kocaman yüzüklerle bezediği elleriyle tutup salına salına benim delinin yanına yanaşıyor. Gözlerini gözlerine dikip orayı da okumaya çalışıyor aptal aptal. Halbuki küreden her şeyi görmesi gerekmez miydi diye düşünüyorum. Sanki görebilirmiş gibi. Şu anı fotoğraflasam, tatlı delim sonrasında kendiyle de dalga geçer ama büyülenmiş gibi o da Cevriye Hanım’a bakıyor. Kuzgun ellerini iki yana açıp Uzay’ın saçlarını okşuyor. Kıskanıp “o benim" çaresizliği yaşıyorum. “Gözümden bile kıskanırım.” Siz diyor 17 yaşındasınız, sonra bana dönüyor, ilk defa görür gibi bakıyor ve Uzay’ın kulağına eğilip bir şeyler fısıldıyor. Sonra da:


“Mutlu olun!

Olalım!

Mutlu musunuz?

Mutluyuz.”


diye bas bas bağırıyor. Biz neye uğradığımızı şaşırırken bizi dertop edip kapının önüne koyuyor. Kuzgun geleceği görmemişti ama yakın geçmişten bir anıyı bize hatırlatmıştı. Tatlı delim ağzını açıp itiraz edemedi, öncesinde kulağına fısıldadığı şeylerin de etkisi olabilir diye düşünüyorum. Sakin bir şekilde bisikletimize binerken Uzay’a “Kulağına fısıldadığı şey neydi?” diye soruyorum, omuzlarını silkiyor, “Ahmet'çim deli işte, kuzgun dedik adam yerine koyduk, kim bilebilir ki geleceği, allasen!”



  Seneler sonra Ahmet başkan olmuş yanında da eşi Uzay var, balkondalar, bu halkın onu ikinci tercihi. Herkes biliyor artık laiklik Ahmet’in güvenilir ellerinde ve kadınlar, çocuklar, hayvanlar huzurla uyuyor. Sokakta aç yok açık yok. Evler sağlamlaştırılmış, deprem korkutucu değil. Doğa ve insanlar dost. Uzay, Cevriye Hanım’ı ve onun “Ahmet çok önemli biri, yanından bir saniye bile ayrılma ve onun ülkeyi refaha kavuşturacak ideolojilerinde yanında dur, bu söylediklerimden de sakın ola ona bahsetme” deyişini gülümseyerek hatırladı, yeniden. Ahmet ulusa sevgiyle seslendi:


Mutlu olun!

Olalım!

Mutlu musunuz?

Mutluyuz.