Tek hece, öylece söylenmekle koca dağları sırtına alıp düşünmek, dilin damağında hareketini, dişlerine değerken hissedip fısıldamak belki, dudaklarının arasından kaçan şeylerin sorumluluklarının dayanılmaz zorunluluğu... Fazla mı az mı? Oradaki biraz gülüyor, diğeri kırgınmış, Ahmet’e öyle söyledi. Bazen anlaşılmadığını da söylemiş, bazen anlaşılmak istediğini, ona bakıp göremediğini fısıldamış, sessizce, hüzünlü bir sonbahar gibi.


Kocaman dairemin içinde küçük bir tüy bulursun, bulurum, buldum... Kocaman da benlikler vardır bu odada, kokusu her yere sinmiş, utangaç bakışlarını kaçırdığın kasiyerin umursamaz sıkıcılığından mustaribim; aynaların üstünü bir siyah örtü çektim, yuvarlak burnumu görmek istemiyorum, büyük anlım var benim, saçlarım kakül, yandan fırlamış çirkin kulaklar, yakışmayan bir gıdım var. Unutmak istediğim şeyler var.


İki haftadır odamdayım. Soranım yok, annem ölü, babam mezarda sorgulanıyor olmalı, kardeşim yabancı bir ülkede yabancı bir kadından çocuğu var. Arada mektup yazar, telefon kullanmam ben. Zarfın İçine sıkıştırdığı fotoğraflar, gülümseyen aile, oradalar. Paris’in sokaklarında şarap içmişler, bebek, yeğenim hep bir gülme halinde, olmayan dişlerini gizleyen büyük dudakları var fotoğrafta. İnce ve zarif karısı, ismini telaffuz edemediğim zarafeti, sarı saçlarının parladığı bir mutluluğu var suratında, gülüyorlar, hep gülüyorlar fotoğrafta. Benim kaçırdığım şeyleri yakalamış gibi fotoğraf makinesi, kıllı bir parmak deklanşöre abanırken flaştan çıkan ışık utancımı gizlememe olanak bile vermiyor.


Yalnız yaşanmış bir hayatın var, yalnızlıkla derdi olmayan bir hayat bu; alışverişe gitmenin öfkesi, sıcak havada klimanın altında öylece zamanı öldürdüğüm büyük cesaretlerim, ölmüş bitkiler mezarlığında İstanbul’un çirkin manzarasına aralanan bir balkon. Orada bir hayat var. İçine dahil olmadığım, barlarda şarkı söyleyip öpüşen çiftler, anılarını biriktirip bir avuç eğlenceli zamana satan yaşanmışlıklar dökülüyor şehirde. Aldatanların nice zevki, benliğinde inşa ettiği heyecan ve uzaklaştığı, yakınlaştığı bir şey, ama bir şeyleri var.


Benim hep aynı günlerim, pek insanca kelimelerde sıkıcı, hiçlik ve yaşanması saçma olan kendim var. Orada öylece oturup satın aldığın kitapların hiç açılmamış sayfaların kırgınlığı ile bakışırsın. Kahven ocakta taşmış, mutfakta sinekler birikmiş.


Sesimi kaybettim. Dün akşam bunu düşündüm. Avize tavanda hep yandı, sinekler doluştu odaya. Bir yaz gecesi, pencere açık, mahallenin aşağısında ki barda çirkin sesli bir adam ağıt yakar gibi şarkısını söylüyor, kafayı bulmuş insanlar yığını alkış tutuyor. Orada öylece dikildim, diktim kendimi yatağa, sigaram salonda kaldığı için üşendim, içmedim; canım fena sigara çekti ben gitmedim. Kafanın içinde ölü kelimelerin kokuşmuş cesetleri vardı, nefes almana şaşırdın; kelimelerin hangi zamanda ve kim söylediği, ne zaman aralanıp var ettiğine dair şüphelerin var. Orada sanki, o, ben ve sen konuşuyor.


Sesini kaybettiğini düşündü. Gece olağanca sıcaktı, sabah bir tutam esti ve terk etti şehri. Kızamadı. Ölmüş çiçeklerime su verdim. Aferin kız dedim kendime. Ayın yaşayanı olsa isterdim madalyamı; bakın hala bira kırıntı var, belki gülmüyor, sıçarken ıkınmaktan bir yana sorunu yok, bakın çiçeklerini önemsiyor. İstiyorsun o ödülü. Yaşamak böyle bir şey demek diye düşündüğüm nadir anlar...


Ertesi gün sokağa indim. Kulaklarıma doluşan sesler hep uzaktı bana, şimdi pek yakın. Arabalar hiç durmadan geçiyor yanı başımdan. Adımlar, eskiden giyilen tabanı tahta olan ayakkabıların sesleri yok, tuhafıma gidiyor bu. Spor ayakkabıların çıkardığı bir sahtelik seziyorum. İnsanlar süslenmiş, kırmızı ruj moda olacak ki herkes kırmızı ruj sürmüş, erkekler bildiğim erkek gibi, pantolon ve tişörtle ağzında sigara ile, biraz da şehvetli gözle yanımdan akıp gidiyorlar, beni görmeyen gözler bunlar.


Soluğu barda alıyorum. Gece biraz yanaşmış zamana. Güneşin bazı şanslı kırmızılığı İstanbul’un çirkin binalarından kaçmayı başarmış ve önüme, kırmızı pabuçlarıma vurmuştu.


Garson geldiğinde bir şarap istedim. Kadehle getirdi bende şişe istedim. Tuhaf bir bakış attı, burnumu kesmek isteyeceğim bir bakış. Gülümsedim. Ben gülümsemeyi unuttuğumu fark ettim; öyle doğalca çıkan bir mimik değil, düşünerek, biraz dudağımı yukarı, kaşlarımı da havaya kaldırırken gözlerini kıs dedim kendime. Garson gitti. Şarap şişesi ile geldi.


Orada şişenin dibini bulurken bir çocuk baktı bana. Kör birisi her halde diye düşündüm. Çirkin hissediyordum. Herkes çok güzel gibi geliyordu bana. Pazar akşamıydı. Kadınlar vücuduna, o zayıf ve dövmelerin bir şey anlattığı vücutlarında dar giysiler giyiyordu. Beyaz bacaklar, esmer tenin güldüğü bir kaç flörtüz kahkaha, dekolteli şehvet dolu bir rahatlıktı onlardaki. İçkisini yudumlayan erkekler pek uzun, saçları güneşten açılmış biraz sarı, sakal uzatmış her biri. Bazıları spora gittiğini gösteren kaslarla oradalar, bazıları kim olduğunu gösteren kıyafetlerle buradalar. Sanki hepsi çok güzel ve yakışıklı, oraya ait hissetmeyen tek şey benim gibi; hala annemin giysilerini giyen, üstümde ki beyaz tişörtün sararmış tonlarında memesi olmayan, göbeği çirkin ve biraz da eskimiş ayakkabısı ile dikilen ben varımmış gibi.


Toplumun çirkin aynasıydım.


Ucuz ve istenmeyen.


Bana bakıp gelen erkek, masama izin

istemeden oturan adam, yaşı büyük benden, gözleri elaymış, yaklaşınca fark ettiğim, naber dedi.


Ne kızardım ne de arzuladığım, beni de görsün istediğim iştahım kabardı. Cevap veremediğim bir sessizlikti benimki.


Utangaç birine benzemiyorsun diyor sana. Senin utangaçlığa ayıracak zamanın yok oysa.

İlgisini çektiğini, biraz butlu kadınların güzel olduğunu düşündüğünü söylüyor, eğer sıkıldıysan evine davet ediyor.


Kabul ettim bende. Sıkılmayacak kadar kayıtsızdı her şey bana, yabancı olma hali hayır dememekti benim için.


Bir taksi yolcuğu, dar sokaklar ve asansörde dudağıma yapışan ıslak bir öpücük. Adamın sırtından aynaya yansıyan çirkin suratıma ki uzun bir bakış atıyorum.


Adam vay be diyor, seni öpmek düşündüğümden daha da azdırıcı diyor, söyleyecek cevabım yok, gülümsemiyorum. Çok yorucu.


Bana iğrenç bir içki hazırlıyor; içtiğin en güzel şey olacak bu dediğini hatırlıyorum. İçiyorum, cin ve içine çirkin bir limon, bilmediğim bir aroma ve zeytin sallanıyor gözlerimin önünde. Tadından nefret ediyorum. Adam boynuma yapışıp öpüyor. Bir şey hissetmem gerek mi diye düşünürken buluyorum kendimi.


Üstünü çıkartıp benimkilerinde bir kenara atınca iki yabancı, çıplak bir utanç hali varmış gibi hayal ediyorum ama hissettiğim bir şey yok.


Üstüme çıkıyor. O an, biraz sessizlik, biraz da anlamsızlık dökülmüş kötü bir yemeğin üstüne, böyle hayal ediyorum. Gülesim geliyor.


Gülüyorum, kendimi zorlamadan, öylece olup biten. Adam şaşırmış olmalı ki şehvetli aptal suratı parazitli bir televizyon gibi dalgalanıyor.


Aklıma çiçeklerim geliyor, onları sulamam lazım diye düşünüyorum. Kırmızı olan en sevdiğimdi, şimdi hatırlıyorum ve tuhaf bir his, bir zamanlar hala hatıramda olan bir vicdan azabı yayılıyor bedenime.


Gitmem lazım diyorum. Sözcükler o kadar da yabancı değil.


Adam şaşırmış, beni ikna etmeye çalışmak ve ne olduğunu anlamak arasında bir donukluktu artık.


Gitmem lazım, çiçeğimi yalnız bırakmak istemiyorum diyorum. Neden açıklama yaptığımı hiç bilemeyeceğim ama söylüyorum işte.


Adamı üstümden atıp giyinirken bana sinirli. Çatlağın teki olduğumu, çok da sikinde olmadığını falan geveliyor. Siz orosbular ne boksunuz anlamıyorum diyor ve içkisine yöneliyor.


Arkamı dönüp akıllıca bir kelime söylemek istiyorum. Susuyorum. Kapıyı ardımdan kapatıp gittiğimde bir kelimeyi söylemek istediğim düşünüyorum. İçimde dolan kocaman bir sevinç hali taşıyor.


Adımlarım hızlı sokakta.


Elin kalkıyor taksiye.


Taksici sana adres sorarken heyecandan

adresini unutuyorsun. Gülümseyerek aklına gelen adresini söylüyorsun sonraları.

Çiçeğin seni bekliyor.


Sesini bulmuş gibisin, biraz da eski şarkılardan nameler fısıldamak istiyor canın.


Taksi şoföründen Sema’dan Hasret şarkısını açmasını söylüyorsun. Adam kibar, sevdiğini söylüyor bu şarkıyı. Açıyor.


Eve gittiğimde, orada dolu kelimeler bulacağım. Çiçeğime fısıldamak istediğim şeyler.


İstemek.


İstiyorum.


İstiyordu.


İstiyorsun.


Hepsi benim mi artık?