ÇİÇEK NEDİR GÖRMEDEN BOZKIRLARA DALMIŞSAN

 

                                                                                                         

Yakmak deyince mavi

Kırmızı deyince nar!

 

Eyvah ki ben bir şeyler konuşmaktayım

Uykumun külünü eşelemekten maykar oldunuz

Kül. Benden geriye yavuz çiçeksimeler olarak kalan

Allahlık karagül.

Sakız gibi çiğnetir kendini yeyni ağaçlar

Kırlarımızda yaprak gibi ezilen

Omzuma, bir cemre gibi düşen illet

Sayrılı halime fena halde düşman kesilen

Çok yalvaran bela taşları, ağını

Derin koylara doğru ören

Sizin kahpe ilenmelerinizle o dağ muşmulaları

Çiçeklerini topak halinde bir arada tutan

O berbat çiçekler, sonunda dayanamadı tomurcukları!

O berbat çiçekler, geceleyin yüzüme değen baldıran

Aksi şeytan ve her şey saniyelerde kan-köpük patladı 

 

Ben birini aramaktayım

O ne biçim bir çeşnidir ki tadı göçe zorlar üveyikleri

Gökçe güvercinler onun yılkısını almak için konar

Yıkanıp yıkanıp durduğu şadırvana

O, maverada delice akan bir nehirdi

Öyle bir nehir ki bu bilmez nereye döküleceğini

Sadece akar akar yorulur

En sonunda hiçbir suya ulaşmadan

İnim inim kurur

 

Ben şimdi uykumdan bir süre caymaktayım

Sunaklarda sık görünen yüzümü

Acı bir bitkinin kökü gibi

En diplerde saklamaktayım

Önce yağmur çilesin sonra bulutlar tozutsun

Haydi deyince güneş

Şimşeğin gökten alamadığı o açıcı maviyle birlikte

Gelip kucağıma otursun

Ben aslında bir yolcuyu aramaktayım

Onu bir soya mecbur bırakan gürbüz tohum!

Ne olur!

Topraktan fışkırmadan önce bir sorsun

Ben nerenin oğlu olacağım diye?

Siz cevabı kekelemeden önce

Bırakın susuz bir ağaç gibi

Dudaklarım kendiliğinden kurusun

Sinek gibi vızıldayan ahmak nemrutlar!

Şu benim aciz bedenime gül yakıştıranlar

Önce oyulmuş bir mezar taşı bulsun

İçine kapandığım kozam yırtılmadan

Mızıkamı rüzgar susturmadan, çok yalvarırım!

Ne olur herkes benim gibi yutkunsun

Ben daha sönmeden, henüz bir dağ ateşi gibi parlıyorken

Ağzımda bal ve tuz durur, bari yolumda kısacık bir beliz bulunsun  

Diyorum ki şu büyük meşalemden

Birileri daha tutsun

 

Ben yaşam takkesini bir kılıç gibi kuşanmaktayım

Yolcu beni uyarmakta

Diyor ki bir dilek ağacın dahi olsa

Miradını içinde tut

Orayı kırgın güllerle donatma

Bir baltan dahi olsa

Hırsını içinde tut

Kaldırıp kaldırıp taşlara vurma

Bir yakarışın dahi olsa

Onu O’na sakla

 

Ben karanfilden bir meleğe o yolcuyu sormaktayım

Neden şapkası devamlı suyun dibinde

Öteleniyor balıklarca?

Bu yolcu nerenin bulutu, nereye yağmalı

İçinde bir ömür tuttuğu kızgın yağmuru?

Elindeki gülleri nereye dikmeli

Orada bir dağı delip nasıl büyümeli?

Bu yolcu neden konuşmaz, neden zehebi sözleri duyulmaz

Eh yani dilini kim mühürledi?

Söyleyin melekler dilini kim mühürledi, ya da

Dilini mühürleyen ona neden yeni bir lisan vermedi?

 

Ben kendimi saklamaktayım

Yolcu bir korkunç yamaçtan puhu gibi indi, bataklıktan çıkardığım

Bir avcının kabanını giyindim

Üzerinde hin örümceklerinin yürüdüğü

Ceplerinde yığınlarca yılan ıslığı

Lanetlenmiş bir çift gözün yunan çömleği rengine büründüğü  

Yolcu diyordu ki: hırsından ölüverse kentin kırık hastalığı

Ölüverse ben dokununca kuytularda aşağılık bir muziplik olarak açan

İçinde lokman türkülerinin içkin olup süründüğü

Şu dağların su gibi şakayıkları 

Diyordu ki, ben konuşunca çağıldayan akarsular duraladı

Yaylalara, boz bahar gelmeden çıkıldı  

Bilmem ki nasıl anlatmalı bu yolcu bana bir fehme hatırlattı

Bir korkuma bütün makamlarda ses buldu

Ve ben anladım ki onun için gök, toprağa sığınıp

Deve gibi bozladı

Onun için sığındı çiğ güneşe

Sarı, mor ve ince akşamsefaları

Ağzıma tüneğini onun için yaptı

Ölümün o azgın kuşları

 

Haydi, gün güneşleri doğum zamanı!

Ben bu yolcuyu belli ki yıllardır tanımaktayım

Onun kulağına ezan bir marş gibi okunurken

Biliyorum ben, rahmimden bir ürperti ile duymaktaydım

Arayıp da çapını şurama

Bir çul gibi dokudum, bataklık kumlarından evlerimi

Yırtık kozalaklarla doldurdum

İlahi yolcu! Bakraçtaki balığım bile öldü

Koş da bana lokmanı bul!

Veyahut kanat kemikleriyle simsiyah kuzgunların

Gözüme bıraktığı kan çıbanlarına sokul!

 

Boz renkli ötleğenler gibi ötmekteyim

Hay adımı bir bakteri gibi yayanların suratlarına

Bol yıldız suları çaldığım aydınlık şilep,

Yine kırılganlığın üzerinde

Kötü bir ressamın tablosuna yansımış

Fahişleri ile birlikte

Yürüdüğüm onca yolu geri dönmekteyim

Antenleri kıvrak bir mum alevi gibi kımıldayan telsizlerin

Çıkardığı bütün seslerin bir yerlerindeyim

Azmime hayran olan yüklü bir yolcu tanırım

Nergislerin bittiği boşluklardan başlayıp

Yasaklı toprağın içine kadar bir kalın göğü boyarım

Ağulanırım o göğün en kara yağmurundan

Bundan dolayı yüzüm lekelidir,

Korkum: kuyruklu bir kuşun eserek geldiği

Lanet plajında

Pahalı bir duygunun dalgın misafiridir

 

Haydi, gün ölümleri doğum zamanı!

Size bir şeyler anlatmaktayım

Yamaçlarda ellerimi yeşil mi yeşil

Kars kertenkeleleri okşamakta

Gökyüzü iyice emzirmekte bulutlarımı

Oraya buraya susamış çocukların ağzından

Yolcunun gözlerine dalıp fena boğulmaktayım  

Buğulu gözlerinde utangaç yitip giden gül-i ranalar

Onun kanıyla yıkanmıştır tamburlar

Bozkırlardan duman gibi yükselip kendini endişeyle arayanlar

Külhan leylaklara yalvaran yol aynasının

Karşısında daima onu buldular

Onu buldular. Enelhak! Diye inledi biri ben bozkırımı yaktım

Eyvah ki o yolcu benim büyük yangınımı gördü

Yangınımdan aldı beni erenlerle dervişlerle pirlerle

Kavruk yüzümü kalın yorganlarla örttü

 

Ben bu yolcuyla matemimi paylaşmaktayım

Onunla bir ağıtı uzun uzun yakmaktayım

Ey adını uzun bacaklı taylarla yavuz bir dalgınlığa koşturduğum

Yüzünü bir yıldız gibi göğümde tuttuğum yolcu

Sensin ölümün karnını hırsla bıçkılayan

Senin, yağız bir oğul olup işlediğin suçtu

Daima kalbimde çarpan

 

Gün, yolcuyu tanıyıp ışıdı, berraklaştı ummanlar

Delice sular duruldu, kamışlardan onun için yapıldı neyler

O bereketini herkesler için sundu

O ne biçim topraktır ki

Düşen her tohum rengini buldu

Çıvgına varan yağmur hep onun için çiseler

Lokman onun için girer bir çiçek donuna

Bu huğda saz yerine onun sözü döşelidir

Kır laleleri onun için sokulur yılanların koynuna

 

Eyvah ki o yolcu da benim gibi büyük

Yangınlardan ürke ürke çıkmıştır

Başını, yerin dibi ile göğün ulviliği arasında haşyetle eğip

Bütün ömür kendiyle ağır aksak taşımıştır