Kulaklarıma çarpan her ses bir çığlık orkestrasını oluşturuyor.


- Çığlık. Benim hayatımın fon müziği. Her şey kendi dilinde bağırıyor sanki. Dalından düşüp yere çarpan dut bile. Her şey avazı çıktığı kadar ağlıyor sanki. Gökyüzünde süzülen bir kuş bile.


Bu aynı zamanda görsel bir şölen!


- Acı. Gözlerimde kırılan her bir ışık parçacığında bunu gördüm. Yaprakları birer birer solan, boynu bükük orkideler ve üzerlerine tuz dökülen canlı salyangozlar. Bir salyangoz, tuz ile temas ettiğinde yanmaya başlar. Yakından yüzündeki acı görünür, küçük çığlıkları da duyulur.


Hissediyorum. Baskıyı, çırpınışı, korkuyu... Ve düşünüyorum.


- Herkes neden acı çekiyor? Kimileri bunu göstermekten çekinmiyor. Kimileri acılarını tebessümlerine yama yapmış. Sırıtıyor.


Ben mi? Ben gözlemliyorum. Karşımda duran bir çifte odaklanıyorum. Tartışıyorlar. Birinin diğerini öldürdüğünde sonuçlanacak bir savaş. Çok sürmedi, kadın can alıcı darbesini vurdu.


- Artık seni sevmiyorum.


Bunu söylerken gözlerindeki sekiz aylık ikiz bebekler, embriyoya dönüştü. Kadın adamın çocuklarını öldürdü. Sevdiklerinin cinayetine tanık olan birinin ilk ağır basan duygusu; öfke! Musa asasını kaldırdı. Adamın ağzı Kızıldeniz gibi aralandı. Özgürlüğüne koşan cümleler, denizin ortasındaki geçide döküldü.


- Ben de artık kendimi sevmiyorum.


Kadın gözlerini devirdi. Adam devrildi. Tıpkı 1999 Marmara depremindeki malzemesi çürük binalar gibi.


Orkide tamamen soldu. Salyangozlar eridi. Dutların üzerine bastılar. Kuşların kanatları kırıldı.


Acı, dünyayı sarmalamış bir ağdır. Bir mikroorganizmanın acısını bile iliklerine kadar hissedersin. Sadece odaklan… Çünkü orkestranın şefi sensin.