Ocaktaki demlikte kaynayan suyun fokurtusu ve alt katta kavga eden geçimsiz çiftin bağrışma sesleri geliyordu kulağına; polisiye bir romanda, bıçak darbeleriyle kurbanının gövdesini haritaya çevirdiği katilin, suçunu itiraf ettiği kısmı okurken. Aklından geçen düşüncelerinden kurtulması kısa sürmüştü, zira zeki biri sayılırdı. Kitabını, okuduğu sayfayı kaçırmamak için ikiye ayırıp sayfalar alta gelecek şekilde, sigaranın sebep olduğu deliklerin göze çarptığı, karamsar bir renk sayılabilecek koyu gri kanepenin üzerine bıraktı. Yuvarlak, çerçevesiz ve yakın; okuma gözlüğünü, kitabın hemen yanına bıraktı. Kalkıp yapması gerekenin ne olduğunu düşünür gibi duraksadı, sanki birilerinin ona ne yapması gerektiğini söylemesini bekler gibiydi. Bir anda aydınlandı! Başını kaldırıp, mutfağa yöneldi, kaynamaktan azalan suyun tıkırtısına doğru yürüdü, demliği kaldırıp içinde kalan suya baktı. Kütahya'nın, klasiktir, herkesin şikayet ettiği, kaynamış kireçli suyundan geriye, çaydanlığın dibinde birikmiş kireç tortularını gördü. Aldırmadı. Ocağın altını kapatıp odaya döndü. Son sigara zamlarından olacak ki, tütüne başlamıştı. Havanın kararmaya başlamasından - ışığın azalmasından - rahatsızlık duyduğunu belli eden 'Ooooffff' lamayla, perdeleri sonuna kadar çekip, camı açtı ve başını çıkardı; eski tip evlerin olduğu, çoğu evin hâlâ sobayla ısındığı, is kokulu sokağa baktı. Hava grileşiyordu, sokaktan geçen bir iki genç üniversiteli dışında yaşlı teyzeler, amcalar ve çocuklardan çok, pazar arabalarının insanın beyninde kazı çalışması etkisi yaratan sesleri doldurmuştu sokağı.


Yalnızlığın tadının, sıkılmışlıktan daha güzel olduğunun farkına çok önce varmıştı. Sesleri umursamadı. Camı açık bırakıp, gri kanepesine uzandı. Herkes dinlesin diye mi bilinmez, son ses bir türkü açtı. Gümüş görünümlü ucuz tabakasına uzanıp, tadının diğer sigaralardan çok daha iyi olduğunu savunduğu, nadiren beğendiği tütünden bir dal sigara sardı. Henüz türkünün ortalarındayken sardığı kalem gibi sigarayı dudağının kenarına yerleştirdi, içinden 'odun ateşinde yanan sigaranın da çakmakla yakılan sigaradan daha iyi olduğunu savunuyordu. Kibriti aramaya başladı, buldu. Kava şiddetle sürtüp yanmasını izledi, ateş çöp tarafına geçince sigarasını yaktı, kibriti sallayarak söndürüp kafenin birinden aşırdığı porselen küllüğe bıraktı.


Sesler gelmeye devam ediyordu. Türküye eşlik etmek için, Neşet Ertaş'ın sözlere girmesini bekledi. Mırıldanarak eşlik etmeye başladı.

Bir yandan türküye katılıp, bir yandan sigaraya asılıyordu. Umutsuz şeyler düşündüğünü farkedip doğruldu uzandığı yerden. Karamsarlığa kapılmak istemiyordu. Kalktı ve açık pencereye yöneldi. Durum değişmiyordu; gidenler, gelenler, bekleyenler bile ses yapıyordu. Daha fazla dayanamayacağını anlayıp camı kapattı. Oturdu ve yaptığı en iyi şeyin düşünmek olduğuna karar verdi. Düşünüyor ama söylemiyordu.


Cep telefonundan ses geldiğini sanıp, uzandı ve ekranına baktı; koca puntolarla saat yazıyordu. '17:43'

Başka bir şey yoktu. Günlerdir ne arkadaşları ne de ailesinden kimse aramamıştı. Üstüne üstlük bankalardan, operatörlerden veya indirim reklamı yapan mağazalardan bile hiçbir mesaj yoktu. Yalnızlığının hala iyi bir şey olduğunu savunur gibi durdu. Aklına bir fikir gelmiş mucitler kadar telaşlı şekilde yerinden fırladı. Kağıt ve kalem bulup masaya oturdu.

Bir hikaye yazmaya niyetliydi. Başlığını daha şimdiden belirlemiş ama nerden başlayacağına karar verememişti. Önce biraz düşünüp yazı biçiminde karar kıldı. Sonra, hikayesine nerden başlayacağına karar verdi. Yaşadıklarının öncesi olduğunu vurgulamak için ' … ' ile başladı. Ve devamı da geldi ardından:


Çıkmaz

Ocaktaki demlikte kaynayan suyun fokurtusu ve alt katta kavga eden geçimsiz çiftin bağrışma sesleri geliyordu kulağına...