Söylediklerinin anlaşılmadığını hissettiğinde, kendi kendine konuşmaya başlarsın ve her seferinde çok daha güzel cümleler kurarsın. Çünkü karşındaki kişinin sözlerini de sen seçersin. Gerçek hayatta söylediğine karşılık ne geleceğini bilemediğinden süslü cümlelerle karşılık veremezken, içinde oluşturduğun diyaloglarını Tolstoy edasıyla süsleyebilirsin. Kendini anlatmaya çalıştığın her an öncesi, sesini kısıp açtığın bir radyo frekansı gibi hissedilir ses tellerin, çatallaşmaya başlar. Uygun ayarı bulana kadar toparlayamazsın cümlelerini. En düzensiz haliyle anlatmaya çalışırken hissettiklerini, bir karmaşanın içinde bulursun kendini. Anlaşılmayan olursun.


Vücudun kendini zorladıkça, eskimeye başladığını hissedersin böyle zamanlarında. En çok kullanılan yerlerinden en az kullanılan yerlerine doğru, azalarak eskimeye başlamış gibi gelir. Zihnin ise en çabuk hasar gören olur. Hücrelerin yenilenmeye direnir. Bedeninde yaşlılık ile paralel kayıplar yaşayan her bir hücrenden farklıdır bu kayıplar. Yenilenmesi imkansıza yakın yıkımlar yaşar zihnin. İlk kırışıklıklarını hatırlayan gözlerin, zihnin parçalanmasında sımsıkı kapanır.


Anılarının arasında dolaşırken; tek derdinin, dizlerin kanamadan eve geri dönmek olduğu yıllarına dön. Karanlık çökmeden eve yetişme endişesiyle nefesin kesilene kadar koştuğun o sokak, hiç bitmeyecek gibi gelip sonrasında unutulan olsa da zihninde bir yerlerde zamanın daraldığını hissettirebilir. Ömründen sadece birkaç dakikanı almış olsa da bu anlar, tükettiğin en uzun nefesi hissettirebilir. Güneş karanlık ile yer değiştirmeden önce aldığın son hız ile kapının eşiğinden atladığında karşında beliren gölge; bazı küçük zihinleri sarıp sarmalarken bir başkası, sağ yanağındaki tokat ile unutulması güç bir anıya dönüşebilir.


Yıllar geçtiğinde o kısa koşuların, o kısa diyalogsuz fiziksel temasların yaşattığı anlaşılmazlıklar, soyutluğun tamir edilemez hislerini beraberinde yaşatır. Anların bizde bıraktığı kırıntılar, hafıza temizliği yapmaktan aciz bedenlerimizde biriktirdiklerimiz... Bu eksilenler ve eklenenlerin yitip gitmemesi, kendini en iyi ifade edebileceğin anlarda ise büyük bir umursamazlığa dönüşüyor. Öylece bırakıyoruz kendimizi. Olandan daha az, olduğu kadar... Tepkisizliklerimiz artıyor gitgide, beynimizin adacıklarında isteksiz oyunlar oynuyoruz. Her gün biraz daha azalıyor mimiklerimizdeki zihni yansıtma isteği. Uzaklaşıyoruz hem kendimizden hem bizi bu çıkmaza sokanlardan. Parça parça yok ediyoruz güzelliklerimizi ve kabul görür hale getirmeye çalışıyoruz aslımızı. Sessizliğe gömüyoruz yaşayan zihinlerimizi ve yok olmasına izin veriyoruz.